YARGITAY

DANISTAY

SAYISTAY

BÖLGE ADLIYE MAHKEMESI

ANAYASA MAHKEMESI

KURUL KARARLARI

Yapım İşi Sözleşmelerinin Sonradan Ortaya Çıkan Değişikliklere Uyarlanması (Yusuf KARACA Sayıştay Başdenetçisi)

Özeti

     

YUSUF KARACA

SAYIŞTAY UZMAN DENETÇİSİ

 

 

Özet: 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu temel alınarak düzenlenen yapım işi sözleşmelerinin uygulanmasında, söz konusu Kanunun 15’ inci maddesinde belirtilen istisnai haller haricinde, sözleşmede imzalandıktan sonra herhangi bir değişiklik yapılmaması esastır. Ancak 4735 sayılı Kanunun “Hüküm bulunmayan haller” başlıklı 36’ncı Maddesinde yer alan “Bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır.” hükmü gereğince, yapım işi sözleşmeleri imzalandıktan sonra değişiklik yapılması hususunun 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. 6098 sayılı Kanun’un “Aşırı ifa güçlüğü” başlıklı 138 ve götürü bedel eser sözleşmelerini düzenleyen 480 inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, imzalanan sözleşme sonrasında değişen şartlar işlem temelinin çökmesine yol açıyorsa şayet, sözleşmenin uygulanması ile mağdur olacak olan taraf sözleşmenin uyarlanmasını hâkimden talep edebilecektir.

 

Anahtar Kelimeler: Yapım işi sözleşmelerinin uyarlanması, aşırı ifa güçlüğü

 

1- GİRİŞ

 

4734 sayılı Kamu İhale Kanunu kapsamında ihalesi yapılan yapım işlerinin sözleşmelerinin uygulamalarında, özel kanun niteliğindeki 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu hükümleri baz alınmaktadır. Söz konusu 4735 sayılı Kanun’un “Hüküm bulunmayan haller” başlıklı 36. maddesinde ise “Bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır.” denilmektedir. Dolayısıyla inceleme konumuz olan yapım işi sözleşmelerinin, sözleşmenin imzalanmasından sonra ortaya çıkan yeni koşullara uyarlanması hususu öncelikle 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ve sonrasında 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu açısından değerlendirilecektir.

 

2- 4735 SAYILI KANUN KAPSAMINDA SÖZLEŞMENİN DEĞİŞEN KOŞULLARA UYARLANMASI (SÖZLEŞME DEĞİŞİKLİĞİ)

 

            4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu, Kanun’da belirtilen bazı istisnai haller dışında, temel olarak “Sözleşmenin Değişmezliği İlkesini” benimsemektedir. Nitekim söz konusu kanunun “İlkeler” başlıklı 4’üncü maddesinde;

 

            “Bu Kanunda belirtilen haller dışında sözleşme hükümlerinde değişiklik yapılamaz ve ek sözleşme düzenlenemez” denilmektedir. Kanunda, sözleşmelerde değişiklik yapılabileceği öngörülen istisnai haller ise “Sözleşmede değişiklik yapılması” başlıklı 15’inci maddesinde belirtilmiştir. Madde metninde;

 

            “Sözleşme imzalandıktan sonra, sözleşme bedelinin aşılmaması ve idare ile yüklenicinin karşılıklı olarak anlaşması kaydıyla, aşağıda belirtilen hususlarda sözleşme hükümlerinde değişiklik yapılabilir:

 

a) İşin yapılma veya teslim yeri.

 

b) İşin süresinden önce yapılması veya teslim edilmesi kaydıyla işin süresi ve bu süreye uygun olarak ödeme şartları” denilmektedir.

 

Yukarıda yer alan madde hükmü uyarınca, sözleşme yürürlüğe girdikten sonra, işin yapılacağı veya teslim edileceği yer ile işin süresinden önce yapılması veya teslim edilmesi kaydıyla işin süresi ve bu süreye uygun olarak ödeme şartları değiştirilebilecektir. Yapım veya teslim yerinin değiştirilmesine örnek olarak söz konusu yapım işinin yapılacağı arsanın veya mahallin değiştirilmesi verilebilir.

 

İşin süresinden önce yapılması veya teslim edilmesi kaydıyla işin süresi ve bu süreye uygun olarak ödeme şartlarının değişmesi ise, işin sözleşmesinde belirtilen ödenek dilimleri ile bu ödenek dilimlerine uygun olarak hazırlanmış iş programındaki işin gerçekleşme planı ile iş bitim tarihinin öne çekilmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla 4735 sayılı Kanun’un 15’inci maddesinde belirtilen sözleşmenin uygulanma aşamasında, sözleşme değişikliğine cevaz verilmesi hususu sadece işin erken bitirilmesi hali ile işin yapılma yerinin değiştirilmesi halinde geçerli olabilecektir. Yukarıda yer alan Kanun maddesinde belirtilen iki durum dışında, yapım işi sözleşmelerinde ve eklerinde, sözleşme imzalandıktan sonra herhangi bir değişik yapılması söz konusu olmayacaktır.[1] Bu husus sözleşmenin eki niteliğinde olan ihale dokümanı düzenlemelerini de kapsamaktadır.

 

            Sözleşmenin, uygulanması sırasında değiştirilmesine olanak sağlayan her iki durumda da, bu değişiklikler nedeniyle sözleşme bedelinin aşılmaması[2] ve söz konusu değişikliğe ilişkin idare ile yüklenicinin anlaşması gerekir. Diğer bir değişle idare sahip olduğu kamu gücünü kullanarak, yükleniciyi zorlayıcı bir şekilde sözleşmede değişiklik yapılmasına yöneltemez. Nitekim 4735 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesinde sözleşme taraflarının eşit hak ve yükümlülüklere sahip olduğu açık bir şekilde belirtilmiştir.

 

            Sözleşme değişikliğine ilişkin karşılıklı mutabakat sağlanmışsa, hazırlanacak olan anlaşma yeni duruma ilişkin teknik ayrıntılarda içerebilecektir. Sözleşme değişikliğinin asıl sözleşmenin tabi olduğu hukuki prosedüre uygun bir şekilde tekemmül ettirilmesi gerekir. Bu çerçevede sözleşme değişikliği metni idare adına ihale yetkilisince ve yüklenici adına kendisi veya vekilince imzalanmalıdır. Asıl sözleşmenin notere tescil ve tasdik ettirildiği durumlarda, usulde paralellik ilkesi gereğince, sözleşme değişikliği de notere tescil ve tasdik ettirilmelidir. (Gök, 2013: 66)

 

            Esas itibariyle yapım işlerinde sözleşme değişikliği kapsamında izin verilen işin teslim yerini ve işin süresinde yapılan kısaltmaları içeren değişiklikler, normal koşullarda tercih edilecek bir uygulama olmayıp, 4734 sayılı Kanun’un temel ilkelerini oluşturan eşit muamele, rekabet, kaynakların verimli kullanılması ve saydamlık ilkeleriyle çelişmektedir. Zira sözleşmenin uygulaması sırasında yapılan değişiklikler, ihaleye teklif verme aşamasında var olan kuralların değiştirilmesi anlamına gelmekte ve diğer istekliler açısından haksızlık doğurarak öncelikle rekabet ilkesiyle birlikte diğer ihale ilkelerinin zedelenmesi sonucunu ortaya çıkartmaktadır.

 

3- 6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNU AÇISINDAN SÖZLEŞMENİN DEĞİŞEN KOŞULLARA UYARLANMASI

 

Taraflar arasında kurulan her sözleşme ilişkisi, Borçlar Hukukunun temel ilkeleri arasında yer alan Ahde Vefa (pacta sunda servanda) ilkesi gereğince ifa edilmelidir. Ahde vefa ilkesi uyarınca sözleşme kurulduktan sonra meydana gelen hal ve şartlar, tarafların sözleşme ile üstlendikleri ifaları etkilememelidir. (Doğan, 2014: 10) Diğer bir değişle sözleşmenin tarafları yüklenmiş oldukları borçlarını tam olarak sözleşmede yer aldığı şekliyle ifa etmekle mükelleftirler. Bu ilke borçlunun sözleşmeye bağlı kalmasını, ahde (sözleşmeye, vermiş olduğu söze) vefa göstermesini, şartlar kendi aleyhine sonradan ağır bir şekilde değişse bile edimini aynen ifa etmesini gerektirir. (Eren, 2015: 481) Ancak ahde vefa ilkesi “Herkes hakkını kullanırken iyiniyet (dürüstlük) kurallarına uymakla yükümlüdür, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz” ilkesini getiren Türk Medeni Kanun’un 2’nci madde düzenlemesi ile sınırlı olarak uygulanmalıdır. (Reisoğlu, 2012: 413)

 

İfa imkânsızlığı gibi borcu sona erdiren bir durumun söz konusu olmamasıyla birlikte, sözleşme sonrasında değişen koşulların, edimin ifasını taraflardan biri açısından çok güç ve mali açıdan çok külfetli bir şekle dönüştürmesi halinde ahde vefa ilkesinin uygulanmasını talep etmek dürüstlük olgusuyla bağdaşmayabilir. Örneğin beş yıl süreyle kira sözleşmesi kuran ve kira tutarının değişmeyeceğini üstlenen veya çok cüzi artış öngören kiralayan, sözleşme imzalandıktan sonra ortaya çıkan çok yüksek enflasyon nedeniyle elde edeceği kira tutarı sembolik bir rakam gibi kalabilir. Yahut sabit fiyatlarla toplu konut yapımını üstlenen yüklenici sözleşme kurulmasından sonra ortaya çıkan inşaat malzemesi fiyatlarındaki çok ciddi artış nedeniyle, konut yapımı borcu karşılığında almış olduğu tutarlar ile çimento, kum, demir gibi en temel malzemeleri dahi temin edemeyebilir. Verilen örneklerdeki gibi edimin ifasının sözleşme taraflarından biri açısından ciddi şekilde ağırlaştığı durumlarda ahde vefa ilkesinin katıksız bir şekilde uygulanmasını beklemek borçlu aleyhine adil olmayan bir durum yaratmaktadır. Nitekim sözleşmenin kuruluş aşamasında gözetilen edimler arası denge, sözleşme imzalandıktan sonra değişen koşullar nedeniyle ciddi şekilde bozulmakta ve borcun aynen ifasının borçludan talep edilmesi hakkaniyet ve dürüstlük kuralları ile bağdaşmamaktadır. Özellikle savaş, isyan, kıtlık, deprem, doğal afet, salgın hastalık ve ağır enflasyon gibi borçlunun öngöremediği, çoğu zamanda karşı koyamadığı olağanüstü olayların olumsuz etkisini tek başına borçlunun omuzlarına yüklemek, en azından taraflar arasındaki eşitlik ilkesine aykırıdır. (Eren, 2015: 481)

 

Ahde vefa ilkesinin katı bir şekilde uygulanması, yukarıda verilen örneklerde görüldüğü gibi, sözleşmenin kurulma aşamasında var olan edimler arası dengenin, sözleşmenin uygulanması sürecinde bozulmasına yol açmaktadır. Ahde vefa ilkesine sıkı sıkıya bağlılık prensibinin bu sakıncasını ortadan kaldırmak için bazı hukuk sistemlerinde “sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması” ilkesi (emprevizyon, clausula rebus sic stantibus) benimsenmiştir. Söz konusu ilkeye göre sözleşmenin ifası sırasında hal ve şartların değişmesi durumunda, doğruluk ve dürüstlük kuralları gereği sözleşmenin ve ifanın yeni koşullara uyarlanması gerekliyse, ahde vefa ilkesinin aksine sözleşme yeni hal ve şartlara göre değiştirilmelidir. (Kaplan, 2012: 95) Sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması ilkesine göre, borçlu ancak sözleşme şartlarının değişmemesi halinde borcunu ifa ile mükelleftir. Sözleşmenin imzalanması aşamasında var olan şartların, sözleşmenin uygulanması sırasında değişmesi halinde borçlunun yükümlülüklerinin de yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Birbiriyle çelişen bahse konu bu iki ilkeden biri, şartlar değişmiş olsa bile sözleşmenin geçerliliğini koruduğunu, bu nedenle borçlunun borcunu aynen ifa ederek sözleşme istikrar ve güveninin korunmasını; diğeri ise sözleşmenin değişen şartlara uyarlanmasını, böylece edimler arası dengenin yeniden kurularak somut sözleşme adaletinin yeniden gerçekleşmesini istemektedir. (Eren, 2015: 482)

 

Genellikle kısa süreli satış sözleşmelerinde mücbir sebebe ilişkin şartlar tarafların ifa yükümlülüğünü ortadan kaldıracak sonuçlar doğururken, uzun süreli sözleşmelerde aşırı ifa güçlüğüne ilişkin hükümler, sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması sonucunu doğuracak şekilde tatbik edilmektedir. (Acar, 2008: 113)

 

Sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması ilkesi çeşitli hukuk sistemlerinde sıklıkla tartışma konusu olmuştur.[3] Özellikle savaş ve savaş sonu devrelerde ortaya çıkan güçlükler ve para değerindeki aşırı düşüşler I. ve II. Dünya Savaşlarında ekonomik bakımdan büyük sarsıntılara uğrayan Almanya’da bu sorunun üzerinde durulması zorunluluğunu doğurmuştur. (Oğuzman, Öz 2014:580) Ahde vefa ilkesinin adaletsiz sonuçlarını bertaraf etmek için özellikle Alman hukuk sisteminde çeşitli görüşler ortaya atılmıştır ki bu görüşlerin en tanınmışı “işlem temelinin çökmesi” teorisidir. Nitekim Türk Hukuk sisteminde de işlem temelinin çökmesi teorisi, Türk Borçlar Kanunun “Aşırı ifa güçlüğü” başlıklı 138’inci maddesi ile götürü bedel eser sözleşmelerine ilişkin 480’inci maddesinin ikinci fıkrasının tatbikinde uygulama alanı bulmuştur.

 

3-1 İşlem Temelinin Çökmesi Teorisi

 

            Sözleşmelerde işlem temeli kavramı özellikle Alman hukuk sisteminde karşılık bulmuştur ve şu şekilde tanımlanmıştır; “Sözleşme içeriğine girmeksizin, sözleşmenin kurulması aşamasında ortaya çıkan, mevcut ya da gelecekteki bazı hal ve şartlara ilişkin olarak öyle ortak veya karşı tarafça bilinebilip de itiraz edilmeyen bir taraflı tasavvurlar anlaşılır ki, tarafların işlem iradeleri işte bunlar üzerine inşa edilir” (Tezcan, 2004: 41). Bu tanımdan anlaşılmaktadır ki; sözleşmenin temeli, sözleşmenin bir unsurunu değil, sözleşmenin kendisini oluşturmaktadır. Sözleşmenin kurulması aşamasında önemli olan, sözleşmenin konusu oluşturan olaya ilişkin taraflarca bilinen veya bilinmesi beklenen ve sözleşmenin üzerine kurulu olduğu tasavvurlardır ki sözleşmenin kurulma anından sonra söz konusu bu tasavvurların gerçekleşmeyeceğinin ortaya çıkması halinde işlem temelinin çöktüğünden bahsedilebilir.

 

Sözleşmelerde işlem temelinin çökmesi kavramı hukuk doktrininde ve Yargıtay kararlarında[4] sıklıkla ele alınmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bir kararında[5] Alman Hukuku baz alınarak yapılan tanımlamada işlem temelinin çökmesi kavramı “Sözleşmenin temelini teşkil eden, kendisi üzerine anlaşmanın dayandığı ve karşılıklı edimlerin tayin olunduğu edim ve karşı edim arasındaki dengenin taraflardan biri için artık çekilmez, katlanılamaz biçimde bozulduğu hallerde, işlem temelinin çökmesi söz konusu olacaktır.” denilerek tarif edilmiştir. Alman ve İsviçre hukuk öğretilerinde baskın olan "işlem temelinin çökmesi ya da sarsılması" görüşünün dayandığı değiş-tokuş sözleşmelerinde edimler arası denge görüşü uyarınca, daha sonra ortaya çıkan ve zorlu neden niteliğinde bulunmayan olağanüstü durumlarda yanların edimleri (borçları) arasında denge önemli ölçüde sarsılırsa, yargıç, Türk Medeni Kanunu’nun. 1 ve 2’nci maddeleri çerçevesinde ya sözleşmeyi çözer ya da değişen durumlara uyarlar. (Ülgen)

 

İşlem temelinin çökmesi kavramı altında değerlendirilen aşırı ifa güçlüğü, sözleşmenin yapılmasına temel oluşturan olguların, sözleşmenin kurulması sırasında tarafların öngöremeyecekleri, hesaba katmalarının beklenemeyeceği olağanüstü durumların ortaya çıkmasıyla esaslı şekilde değişmesini, sözleşmede edimler arasında kurulan dengenin alt üst olmasını, borçlu için sözleşme koşullarında borcun ifasının dürüstlük kuralına aykırı düşecek ölçüde ağırlaşmasını ifade etmektedir. (Doğan, 2014: 13)

 

            2012 yılında yürürlüğe giren yeni Türk Borçlar Kanununda, konu “aşırı ifa güçlüğü” kenar başlığı altında 138’inci maddesinde düzenlenmiştir. Madde metninde;

 

“Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.” denilmektedir.

 

Madde metninden anlaşıldığı üzere, sürekli borç ilişkisi kuran sözleşmelerde ortaya çıkan yeni bir durum, taraflardan biri için sözleşme ile yüklenilen edimin ifasını çok müşkül hale getiriyorsa ve diğer şartlarda mevcutsa, ilgili taraf hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını ve uyarlamanın mümkün olmaması halinde sözleşmenin feshini isteyebilir.

 

3-2 Sözleşmelerin Uyarlanması

 

            Sözleşme koşullarında değişen şart ve koşullara göre değişiklik yapılmasına sözleşmenin uyarlanması denilmektedir. Uyarlama geleceğe ilişkin bir sorun olup daha ziyade uzun süreli sözleşmelerde uygulama alanı bulur. (Eren, 2015: 482)

 

Türk Borçlar Kanunu’nun 138’inci maddesi hükmüne göre[6] sözleşme taraflarından birinin hâkime yapacağı başvuru üzerine, talep doğrultusunda bir karar verilebilmesi için aşağıdaki şartlar bulunmalıdır; (Oğuzman, Öz 2014:581)  

 

Tarafların yüklendikleri edimler arasındaki denge, borçludan sonuçları yüklenmesi istenemeyecek kadar büyük ölçüde bozulmuş olmalıdır ki bu durum işlem temelinin çökmesi olarak ifade edilebilir. Sonradan ortaya çıkan ifa güçlüğünün mutlaka borçlunun ağır zararına yol açması gerekmez. Nitekim maddede “kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir” olması yeterli görülmüştür.

 

Edimler dengesindeki değişiklik sözleşme yapılırken öngörülmeyen ve öngörülmesi beklenmeyen (savaş, ekonomik kriz, tabii afet vs) olağanüstü bir durumdan ileri gelmelidir. Ayrıca sonradan ortaya çıkan durumun öngörülememesi, aşırı ifa güçlüğüne düştüğü iddiasında bulunan tarafın kendi özensizliği veya dikkatsizliğinden kaynaklanmamış olmalıdır.

 

Aşırı ifa güçlüğü yaratan olgu ve bu olgunun aşırı ifa güçlüğü oluşturması borçludan kaynaklanmamalıdır. Örneğin borcunu zamanında ifa etse olağanüstü enflasyona yakalanmayacak olan borçlu temerrüde düştüğü için bu öngörülemez olguya yakalanmışsa, kural olarak uyarlama davası açmamalıdır. Ancak temerrüde düşmede kusuru bulunmadığını ispat edebiliyorsa bu haktan yararlanmalıdır.

 

Edimler henüz ifa edilmemiş veya borçlu doğan haklarını saklı tutarak (ihtirazı kayıt ile) ifada bulunmuş olması gerekmektedir. Bu takdirde uyarlamanın sonucuna göre veya sözleşmeden dönme halinde, ifa etmiş bulunduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre kısmen veya tamamen geri isteyebilecektir.

 

Bu şartların varlığı halinde öncelikle hâkimden sözleşmenin uyarlanması istenebilecektir. Uyarlama edim yükümlülüğünün azaltılması veya karşı edim yükümünün arttırılması şeklinde yapılabileceği gibi, vadelerin ve ifa tarzının değiştirilmesi gibi hâkimin uygun bulabileceği herhangi bir şekilde yapılabilir. (Oğuzman, Öz 2014:583) Uyarlama sözleşmenin içeriğinin değiştirilmesi şeklinde olur. Örneklemek gerekir ise taksitli ödeme, kısmi ödeme, faizin indirilmesi, kaldırılması, ifa yeri ve zamanının değiştirilmesi, sözleşme süresinin uzatılması ya da kısaltılması sayılabilir. (Doğan, 2014: 29) Hâkim davacının talebinde öngörmediği bir tarzda da uyarlama yapabilir. Ancak borç uyarlamaya uygun değilse veya ifa güçlüğünü katlanır kılacak herhangi bir uygulama bu kez karşı taraf açısından katlanması beklenilemez bir durum yaratıyorsa borçlu ancak bu şartla sözleşmeden dönme hakkını kullanabilecektir. (Oğuzman, Öz 2014:583) Dolayısıyla sözleşmelerin farklılaşan koşullara göre değiştirilmesinde esas olan sözleşmenin uyarlanması ve uyarlamanın gerçekleşmemesi halinde sözleşmenin feshine yönelinmesidir.

 

Türk Borçlar Kanunu’nun 138’inci maddesinde “Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.” hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla sözleşmelerin uyarlanması kavramını ani edimli sözleşmeler ve sürekli edimli sözleşmeler ayrımı açısından da ele almakta fayda görülmektedir. Nitekim borçlunun borcunu ancak zaman içinde sürekli bir eylemle yerine getirebiliyor olduğu sürekli edimli sözleşmelerde uyarlama açısından herhangi bir tartışma söz konusu değildir. Ancak bir Yargıtay kararında borçlanılan edimin bir defada, tek bir davranışla yerine getirildiği ani edimli sözleşmelerde uyarlamanın yapılamayacağı belirtilmiştir. Söz konusu Yargıtay kararında[7] “Clausula Rebus Sic Stantibus ilkesinin ani edimli sözleşmelerde uygulanmayacağı aşikârdır; zira edim yerine getirildikten sonra artık şartların ağırlaştığı vs. söz konusu olamaz. Bu ilkenin sürekli borç ilişkilerinde uygulanabileceği ise kuşku götürmez.” şeklinde görüş belirtmiştir. Bir başka Yargıtay kararında[8] ise “Görüldüğü gibi Yargıtay kısa süreli sözleşmelerde uyarlama olamayacağına dair yasaklayıcı bir kural koymamıştır. Yabancı ve Türk öğretisinde hâkim fikre göre, bu kuramın hem kısa süreli hem de uzun süreli sözleşmelerde uygulanabileceği benimsenmektedir.” denilmektedir. Yargıtay’ın konuya yaklaşımında çeşitli farklılıklar söz konusu olabilmektedir. Ancak uyarlamaya ilişkin kanuni düzenleme de ani edim sürekli edim ayrımına girilmemiştir. Dolayısıyla sözleşmenin kuruluşu ile ifası arasında çok kısada olsa bir süre var ve bu süre içerisinde ortaya çıkan olağanüstü bir durum sonucu işlem temeli çökmüş ise sözleşme uyarlanabilmelidir.

 

4-SONUÇ

 

4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda temel olarak “Sözleşmenin Değişmezliği İlkesi” benimsenmiş olmakla birlikte hangi hallerde sözleşmelerde değişiklik yapılabileceği söz konusu Kanun’un “Sözleşmede değişiklik yapılması” başlıklı 15’inci maddesinde düzenlenmiştir. Anılan madde düzenlemesine göre sözleşme yürürlüğe girdikten sonra, işin yapılacağı veya teslim edileceği yer ile işin süresinden önce yapılması veya teslim edilmesi kaydıyla işin süresi ve bu süreye uygun olarak ödeme şartları değiştirilebilecektir. Dolayısıyla Kanun’da zikredilen bu iki durum haricinde sözleşmelerin kurulmasından sonra, sözleşme metinlerinde herhangi bir değişiklik yapılması mümkün değildir.

 

4735 sayılı Kanun’un “Hüküm bulunmayan haller” başlıklı 36’ncı maddesinde “Bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır.” denilmektedir. Borçlar hukukunda sözleşmelerin kurulmasından sonra sözleşmelerde değişiklik yapılması olgusu sözleşmelerin uyarlanması olarak tanımlanmaktadır. 2012 yılında yürürlüğe giren yeni Türk Borçlar Kanununda sözleşmelerin uyarlanması konusu “aşırı ifa güçlüğü” kenar başlığı altında 138 inci maddede düzenlenmiştir. Madde metninden anlaşıldığı üzere, sürekli borç ilişkisi kuran sözleşmelerde ortaya çıkan yeni bir durum, taraflardan biri için sözleşme ile yüklenilen edimin ifasını çok müşkül hale getiriyorsa ve diğer şartlarda mevcutsa, ilgili taraf hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını ve uyarlamanın mümkün olmaması halinde sözleşmenin feshini isteyebilir. Ancak işlem temelinin çöktüğü iddiası ile sözleşmenin uyarlanmasını talep hakkı, esas yönünden sıkı şartlara bağlanmıştır.

 

4735 sayılı Kanun’a tabi olarak kurulan kamu yapım işi sözleşmeleri anılan Kanun’un 15’inci maddesinde düzenlenen ve yukarıda açıklanan iki durum haricinde, sözleşmenin uygulanması esnasında herhangi bir değişikliğe tabi tutulamayacaktır. Ancak 4735 sayılı Kanun düzenlemesine nazaran genel düzenleme niteliğinde olan 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 138 ve götürü bedel eser sözleşmelerini düzenleyen 480’inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, imzalanan sözleşme sonrasında değişen şartlar işlem temelinin çökmesine yol açıyorsa, sözleşmenin uygulanması ile mağdur olacak olan taraf sözleşmenin uyarlanmasını (feshini)[9] hâkimden talep edebilecektir.

 

 

 

 

KAYNAKÇA

GÖK Yaşar, Yapım Sözleşmeleri Uygulama Esasları, KİM Akademi, Ankara-2013

Sadettin DOĞANYİĞİT, Kamu İhale Kanunu ve Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu, 16.Baskı Ankara, 2016

DOĞAN Gülmelahat, “Aşırı İfa Güçlüğü Nedeniyle Sözleşmenin Değişen Koşullara Uyarlanması”, TBB Dergisi, 2014

EREN Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümleri,18. Baskı, Ankara, 2015

RESİOĞLU Seza, Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümleri, İstanbul, 2012

KAPLAN İbrahim, “Borçlar Hukuku Dersleri Genel Hükümler”, Ankara, 6.Baskı, 2012

ACAR Hakan, “Unıdroıt Ve Avrupa Borçlar Hukuku Prensipleri Işığında Aşırı İfa Güçlüğü”, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:XII, Sayı:1-2, 2008

OĞUZMAN M. Kemal, ÖZ M. Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt-1, Vedat Kitapçılık, 12. Baskı, İstanbul, 2014

ÜLGEN Celal, Uyarlama - Hukukta Beklenmeyen Hal Koşulu, http://www.ulgenhukuk.com/makaleler_hukuksal_uyarlama_hukukta_beklenmeyen_hal_kosulu.aspx (Erişim Tarihi 10.03.2016)

http://www.kazanci.com

 


                                                                                                                

 

 

 

 
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[1] Danıştay 1 Dairesinin 08.10.2004 tarihli ve 445 E / 249 K sayılı kararında; “Açıklanan nedenlerle 4735 sayılı kanuna göre akdedilen sözleşmelerde 4353 sayılı kanunun 31. maddesine göre sözleşme değişikliği yapma imkânı bulunmadığı, 4734 sayılı kanunun istisna hükümleri kapsamında yapılan işlere ilişkin sözleşmelerde ise 4353 sayılı kanunun 31. maddesine göre sözleşme değişikliği yapılabileceği sonucuna ulaşılarak, dosyanın Danıştay Başkanlığına sunulmasına oy birliğiyle karar verildi.” denilerek 4734 sayılı kanunun istisna hükümleri kapsamında yapılan işlere ilişkin sözleşmelerde kısmen değişiklik yapılabileceği öngörülmüştür.

[2] Madde metninden anlaşıldığı üzere işin yapılma ve teslim yeri konularında yapılacak olan bir sözleşme değişikliği, sözleşme bedelinin aşılmaması kıstasına bağlanmıştır. Ancak söz konusu hususun 4735 sayılı kanunun iş artışlarına ilişkin 24. Maddesi ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim kanunun 24. Maddesinde yer alan iş artışları, sözleşme konusu işin yapılabilmesi için zaruret arzeden ihtiyaçların karşılanması için öngörülmüştür. Sözleşmenin uygulanması sırasında, bir sözleşme hükmü olan işin yapım veya teslim yerinin değiştirilmesi ancak zorunluluk arzeden hukuki veya teknik sebeplerle yapılabileceğinden bahisle, işin yapım ve teslim yerinin değiştirilmesi sonucu ortaya çıkacak maliyet, iş artışı kapsamında değerlendirilmelidir.

[3] Değişik hukuk sistemlerinin konuya yaklaşımlarına ilişkin olarak bkz: http://www.erzincan.edu.tr/birim/HukukDergi/makale/2008_XII_6.pdf (Erişim Tarihi 9.03.2016)

[4] YARGITAY HGK E.2014/13-1614 K.2014/900 T.12.11.2014 kararı, HGK E. 2010/14-14 K. 2010/15 T. 27.1.2010 kararı, HGK E. 2007/11-612 K. 2007/612 T. 26.9.2007 kararı, HGK E. 2006/13-784 K. 2006/796 T. 13.12.2006 kararı, HGK E. 2003/13-332 K. 2003/340 T. 7.5.2003 kararı, HGK E. 2002/13-852 K. 2002/864 T. 30.10.2002 kararı, HGK E. 2003/13-599 K. 2003/599 T. 15.10.2003 K kararı vb

[5] Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun E. 2014/13-1614 K. 2014/900 T. 12.11.2014 sayılı kararı

[6] Madde gerekçesi şöyledir;

“818 sayılı Borçlar Kanununda yer verilmeyen, “III. Aşırı ifa güçlüğü” kenar başlıklı yeni bir maddedir. Tasarının tek fıkradan oluşan 137 nci maddesinde, aşırı ifa güçlüğü düzenlenmektedir. Bu yeni düzenleme, öğreti ve uygulamada sözleşmeye bağlılık (ahde vefa) ilkesinin istisnalarından biri olarak kabul edilen, “işlem temelinin çökmesine ilişkindir. İmkânsızlık kavramından farklı olan aşırı ifa güçlüğüne dayanan uyarlama isteminin temeli, Türk Medenî Kanununun 2 nci maddesinde öngörülen dürüstlük kurallarıdır. Ancak, sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması ya da dönme hakkının kullanılması, Tasarının 137 nci maddesinde belirtilen şu dört koşulun birlikte gerçekleşmesine bağlıdır:

1. Sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalıdır.

2. Bu durum borçludan kaynaklanmamış olmalıdır.

3. Bu durum, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olmalıdır.

4. Borçlu, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır. Maddeye göre, uyarlamanın bütün koşulları gerçekleşmişse borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteyebilir. Bunun mümkün olmaması hâlinde borçlu, sözleşmeden dönebilir; sürekli edimli sözleşmelerde ise kural olarak, fesih hakkını kullanır.”

[7] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu T. 27.1.2010 E. 2010/14-14, K. 2010/15 sayılı kararı

[8] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu T. 30.10.2002 E. 2002/13-852 K. 2002/864 sayılı kararı

[9] Kanun düzenlemesine göre sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. Kamu yapım sözleşmeleri de sürekli edimli sözleşme niteliğindedir. 


Yargıtay Danıştay Sayıştay

BÖLGE ADLIYE MAHKEMESI

ANAYASA MAHKEMESI


Bu Sitede yeralan verilerin tamamı ihalekararisor.com' a ait olup. İzinsiz kopyalanması ve yayınlanması izni verilmemiştir.

Web Tasarım İntramor