3.3.1. Dava, 4721 sayılı TMK'nın 713/1, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. ve 17. maddelerine dayalı olarak açılan tapusuz taşınmazın tescili istemine ilişkin olduğuna göre, davanın niteliği gereği, yargılama giderlerinin davacı taraf üzerinde bırakılmasında bir isabetsizlik bulunmadığından, yargılama sırasında vefat eden davacı ... mirasçıları vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir.
1. Hukuk Dairesi 2022/2670 E. , 2022/4229 K.
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TESCİL
Taraflar arasında görülen tescil davası sonucunda, Yerel Mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar, süresi içerisinde, yargılama sırasında vefat eden davacı ... mirasçıları vekili ile dahili davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiş olmakla, temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı ... vekili dava dilekçesinde; 164 ada 40 ve 49 parsel sayılı taşınmazlar ile bu taşınmazların arasında bulunan ancak kadastro çalışmaları sırasında yol olduğundan bahisle haritasında gösterilen taşınmaz bölümünün müvekkiline ait olduğunu, öncesinde müvekkilinin bu taşınmazların ortasına ev yapmayı düşündüğünden, haritasında yol olarak gösterilen nizalı taşınmaz bölümünü, yapılacak eve kolay ulaşım olsun diye iş makinası getirerek açtırdığını, ancak daha sonra evi yapmaktan vazgeçtiğini ve bu yol kadim yol olmamasına rağmen kadastro tespiti sırasında haritasında gösterildiğini ileri sürerek, nizalı taşınmaz bölümünün, müvekkili adına tespit edilmiş bulunan 164 ada 40 ve 49 parsellerinden birine eklenerek müvekkili adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
II. CEVAP
1. Davalı Karamaneli köyü tüzel kişiliği davaya cevap vermemiş ancak köy muhtarı 22/04/2011 tarihli celsede, davayı kabul etmediğini, öncesinde burada patika bir yol bulunduğunu ve köylülerin de bu yoldan yararlandığını ancak daha sonra davacının bu yolu kapattığını ileri sürerek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
2. Dahili davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde; yol olarak haritasında gösterilen bir yer özel mülkiyete konu olamayacağından zilyetlikle iktisap edilemeyeceğini ileri sürerek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
III. MAHKEME KARARI
Gerze Kadastro Mahkemesinin 20/04/2012 tarihli ve 2010/160 Esas - 2012/27 Karar sayılı kararıyla; dava konusu taşınmazın, yol olarak haritasında gösterilen taşınmaz bölümü olduğu, bu yere ilişkin kadastro tutanağı düzenlenmediği ve kadastro tutanağı düzenlenmeyen taşınmazlara ilişkin olarak açılan davalara kadastro mahkemesinde bakılamayacağı gerekçesiyle, Mahkemenin görevsizliğine, görevli ve yetkili mahkemenin Gerze Asliye Hukuk Mahkemesi olduğuna karar verilmiştir.
Görevsizlik kararı üzerine, Gerze Asliye Hukuk Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda, 06/06/2016 tarih, 2012/193 Esas, 2016/428 Karar sayılı kararla; Mahkemece mahallinde yapılan keşifte dinlenen davacı tanıklarının beyanları ve tüm dosya kapsamına göre, nizalı taşınmaz bölümünün kadim yol olmayıp davacının kullanımında bulunduğu gerekçesiyle;
Davanın kabulüne, teknik bilirkişiler... ve ... tarafından düzenlenen 02/06/2016 tarihli rapor ve krokisinde kırmızı renk ile gösterilen 400,69 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz bölümünün, yargılama sırasında vefat eden davacı ... mirasçıları adına miras payları oranında tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
IV. TEMYİZ
1.Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkeme kararına karşı süresi içerisinde yargılama sırasında vefat eden davacı ... mirasçıları vekili ile dahili davalı Hazine vekili tarafından temyiz başvurusunda bulunulmuştur.
2. Temyiz Nedenleri
2.1. Yargılama sırasında vefat eden davacı ... mirasçıları vekili temyiz dilekçesinde özetle; Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş olmasına rağmen, yargılama giderlerinin üzerlerinde bırakılmasının yerinde olmadığını ve yine vekil vasıtasıyla takip edilen iş bu davada, lehlerine vekalet ücretine hükmedilmediğini ileri sürerek, kararın bozulmasına karar verilmesini istemiştir.
2.2. Dahili davalı Hazine vekili temyiz dilekçesinde özetle; Mahkemece, yalnızca mahallinde yapılan keşifte dinlenen davacı tanıklarının soyut beyanlarına itibar edilmek suretiyle hüküm kurulduğunu, nizalı taşınmaz bölümünde davacı tarafın zilyetliğinin ne zaman başladığı, zilyetliğin ne kadar süre ile devam ettiği hususlarında yapılan araştırmanın yetersiz olduğunu, ziraat mühendisi bilirkişiden alınan raporun da nizalı taşınmazın niteliğinin ne olduğunu açıklamakta yeterli olmadığını ileri sürerek, kararın bozulmasına karar verilmesini istemiştir.
3. Gerekçe
3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
2010 yılında Sinop ili, Gerze ilçesi, Kahramaneli köyü çalışma alanında yapılan kadastro çalışmaları sırasında, nizalı taşınmaz bölümü yol olarak haritasında gösterilmiştir.
Dava; 4721 sayılı TMK'nın 713/1, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. ve 17. maddelerine dayalı olarak açılan tapusuz taşınmazın tescili istemine ilişkindir.
3.2. İlgili Hukuk
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/1. maddesi şöyledir.
“Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.”
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/4. maddesi şöyledir.
“Davanın konusu, mahkemece gazeteyle bir defa ve ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde uygun araç ve aralıklarla en az üç defa ilân olunur.”
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713/5. maddesi şöyledir.
“Son ilândan başlayarak üç ay içinde yukarıdaki koşulların gerçekleşmediğini ileri sürerek itiraz eden bulunmaz ya da itiraz yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış olursa, hâkim tescile karar verir. Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.”
3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 14/1. maddesi şöyledir.
“Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.”
3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 17. maddesi şöyledir.
“Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir.
İl, ilçe ve kasabaların imar planının kapsadığı alanlarda kalan taşınmaz mallarda bu hüküm uygulanmaz.”
3.3. Değerlendirme
3.3.1. Dava, 4721 sayılı TMK'nın 713/1, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. ve 17. maddelerine dayalı olarak açılan tapusuz taşınmazın tescili istemine ilişkin olduğuna göre, davanın niteliği gereği, yargılama giderlerinin davacı taraf üzerinde bırakılmasında bir isabetsizlik bulunmadığından, yargılama sırasında vefat eden davacı ... mirasçıları vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir.
3.3.2. Dahili davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarına gelince; Mahkemece, nizalı taşınmaz bölümü üzerinde davacı lehine zilyetlikle iktisap koşullarının oluştuğu kabul edilmek suretiyle yazılı şekilde karar verilmiş ise de, yapılan araştırma, inceleme ve uygulama hüküm vermeye yeterli bulunmamaktadır. Nizalı taşınmaz bölümü, 2010 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında "yol" olduğundan bahisle haritasında gösterilmiştir. Böyle bir yerin, yol olmadığının iddia edilmesi halinde emek ve masraf yapılmak suretiyle imar-ihya işlemlerinin tamamlanarak tarıma elverişli hale getirilmesine müteakip, kazanmayı sağlayacak zilyetlik süresinin geçmesi şartıyla kazanılması mümkündür. O halde, uyuşmazlığın çözümünde taşınmaz üzerinde imar-ihyanın ne zaman başladığının, ne zaman tamamlandığının ve zilyetliğin ne şekilde sürdürüldüğünün belirlenmesi önem arz etmektedir. Ne var ki, ziraat mühendisi bilirkişi raporunda, nizalı taşınmazın köy yolundan iş makinası ile tali olarak açılan bir yol olduğu, giriş kapısının ahşaptan yapılmış çit ile kapatıldığı, taşınmazın uzun süredir kullanılmamış olup, üzerinin doğal olarak çıkan bitki örtüsü ile kaplı olduğu, uzun süredir yol olarak kullanılmadığından komşu parsellerle bütünlük arzettiği belirtilmiş olmakla beraber, zirai yönden yapılan inceleme sonucunda ihyanın ne zaman tamamlandığı ve taşınmazın tarım arazisi vasfıyla ne zamandan beri kullanıldığı yönünde bir değerlendirme yapılmadığından, raporun Mahkemece hükme esas alınmaya elverişli olduğundan söz edilemez. Öte yandan, Mahkemece mahallinde yapılan keşifte dinlenen davacı tanıkları, nizalı taşınmazın yol olarak kullanılmadığını ve davacıya ait olduğunu beyan etmiş olmalarına rağmen, tanıklardan taşınmazın imar-ihya edilip edilmediği, edilmişse ihyanın ne zaman bitirildiği, taşınmazın davacı tarafından ne zamandan beri, ne şekilde ve ne sıfatla kullanıldığı hususunda bilgi alınmamış, bu hususta hava fotoğraflarından da yararlanılmamıştır.
Hal böyle olunca; sağlıklı bir sonuca ulaşılabilmesi için Mahkemece öncelikle nizalı taşınmazın sınırında bulunan 164 ada 41 parsel sayılı taşınmaza ait kadastro tespit tutanağı varsa dayanakları ile birlikte getirtilmeli, taşınmazın kadastro tespiti kesinleşmiş ise kadastro sonucunda oluşan tapu kaydı getirtilip dosya arasına alınmalı, dava tarihinden 15-20-25 yıl öncesine ait stereoskopik hava fotoğraflarının farklı dönemlerde çekilmiş en az üç tanesi, tarihleri açıkça yazılmak suretiyle Harita Genel Müdürlüğünden getirtilip dosya arasına alınmalı, dosya bu şekilde ikmal edildikten sonra mahallinde, yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen, davada yararı bulunmayan şahıslar arasından seçilecek yerel bilirkişiler ve taraf tanıkları ile ziraat mühendisi bilirkişi, jeodezi ve fotogrametri uzmanı bilirkişi ve teknik bilirkişinin katılımı ile mahallinde yeniden keşif yapılmalıdır. Yapılacak keşifte yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından, nizalı taşınmaz bölümünün öncesinin ne olduğu, taşınmazın ilk olarak ne zaman ve nasıl kullanılmaya başlandığı, kime ait olduğu, kimden nasıl intikal ettiği, taşınmazın imar-ihya edilip edilmediği, edilmişse ihyanın ne zaman bitirildiği, taşınmazın öncesinin yol olup olmadığı, taşınmaz üzerindeki zilyetliğin hangi tasarruflarla, kim tarafından ve ne şekilde sürdürüldüğü hususları etraflıca sorulup maddi olaylara dayalı olarak açıklattırılmalı, bilirkişi ve tanık beyanları arasında çelişki oluştuğu takdirde gerektiğinde yüzleştirme yapılmak suretiyle çelişki giderilmeye çalışılmalı ve bu beyanlar komşu parsellere ait tespit tutanakları ve dayanağı kayıtlarla denetlenmeli; ziraat mühendisi bilirkişiden, nizalı taşınmaz bölümünün eğimi, niteliği, toprak yapısı, bitki örtüsü, ekonomik amaca uygun zilyetliğin hangi tarihten beri hangi tasarruflar ile sürdürüldüğü, toprak yapısı itibariyle yol niteliğinde olup olmadığı, zeminde hangi amaçla kullanıldığı, taşınmaz imar-ihya edilmişse imar-ihyaya konu olmaya başladığı ve imar-ihyanın tamamlandığı tarihi bildirir, komşu parsellerle karşılaştırmalı değerlendirmeyi ve taşınmaz bölümünün değişik yönlerden çekilmiş fotoğraflarını içerir, bilimsel esaslara ve somut verilere dayalı, ayrıntılı ve gerekçeli rapor alınmalı; jeodezi ve fotogrametri mühendisi bilirkişiden hava fotoğrafları üzerinde stereoskopik inceleme yaptırılmak suretiyle, nizalı taşınmazın sınırlarını ve niteliğini, taşınmazda imar-ihya tamamlanmış ise tamamlandığı tarihi ve üzerinde sürdürülen zilyetliğin başlangıcını, şeklini ve süresini belirtir şekilde rapor alınmalı, nizalı taşınmazın konumunun hava fotoğrafları üzerinde gösterilmesi istenmeli; teknik bilirkişiden keşfi takibe ve denetlemeye olanak verir rapor ve kroki alınmalı, bundan sonra iddia ve savunma çerçevesinde toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, eldeki dava tapusuz taşınmazın tescili isteğine ilişkin olup, TMK'nın 713/4. maddesi hükmüne göre, dava konusunun mahkemece gazete ile bir defa ve ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde uygun araç ve aralıklarla en az üç defa ilan edilmesi ve 5. fıkra hükmüne göre son ilandan başlayarak 3 aylık itiraz süresinin beklenilmesi gerektiği halde, yasada öngörülen gazete ve yerel ilanlar yapılmaksızın tescile karar verilmiş olması ve davacı taraf davasını vekille takip ettiği halde, Mahkemece vekalet ücreti ile ilgili herhangi bir hüküm kurulmamış olması da isabetsiz olup, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
V. SONUÇ
Açıklanan nedenlerle; yargılama sırasında vefat eden davacı ... mirasçıları vekili ile dahili davalı Hazine vekilinin yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün 6100 sayılı Yasa'nın geçici 3. maddesi yollaması ile 1086 sayılı HUMK'un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edenlere geri verilmesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 26/05/2022 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
(Muhalif)
-MUHALEFET ŞERHİ-
Dava, Türk Medeni Kanunu’nun 713/1 Kadastro Kanunu'nun 14 ve 17. maddesi gereğince açılmış zilyetlikten tescil davasıdır.
Mahkemece davacı lehine hüküm kurulmuş, yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, peşin yatırılan karar ve ilam harcı mahsup edildikten sonra kalan harcın da davacıdan tahsiline karar verilmiştir.
Yargılama giderleri davacı tarafından temyize getirilmiştir.
Sayın çoğunluk ile aramızda işin esası bakımından bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık; temyize getirilen yargılama giderleri bakımından hükmün doğru olup olmadığı noktasında düğümlenmektedir.
Öncelikle çözümlenmesi gereken husus; temyiz konusu yapılan karar ve ilam harcının davalıdan alınıp alınamayacağı, yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağı hususudur. Bilindiği üzere, yargı harçları Harçlar Kanunu’nda düzenlenmiş, kamu düzeninden olması nedeniyle resen uygulanacağı kabul edilmiştir. Bu nedenle harca ilişkin hükmün resen ele alınabileceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Harçlardan kimin sorumlu olacağına gelince, yargılama giderleri, usulü bir konu olmakla, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda ayrıntısıyla düzenlenmiştir. Aynı Yasa'nın 323. maddesi harçları yargılama giderlerinden sayarken 326/1. maddesi de açıkça “ Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” demek suretiyle yargılama giderleri ve bunlardan olan yargı harçlarından kimin sorumlu olacağını tereddüte yer vermeyecek şekilde düzenlemiştir.
Türk Medeni Kanunu’nun 1. maddesi ise “Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.
Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.
Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.” demek suretiyle, hakimin karar verirken hangi sıralamayı izleyeceği konusunda kural getirmiştir.
Tarafların yargı önünde eşitliği ilkesini düzenleyen Anayasanın 36. maddesi ise “ Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Somut olaya geldiğimizde, zilyetlikten tescil davasında, davacı vatandaş, davalı ise Hazine ve Belediyelerdir. Davalının hazine veya kamu kurumu olması, Anayasa ile teminat altına alınan “yargı önünde eşitlik ilkesi”nin bozulmasını, hazine veya kamu kurumu lehine davranılmasını haklı kılmayacaktır. Zira genel ilke yukarıda da belirtildiği üzere yargılama giderlerinin davayı kaybedenden alınmasıdır. Prof. Dr. Baki Kuru da ( Hukuk Muhakemeleri Usulü 6 baskı 5. cilt 5339. sayfada açıkladığı üzere) bu görüştedir.
Bilindiği üzere Hazine, Harçlar Kanununun 13/j maddesi ile yargı harçlarından muaf tutulmuştur. Davalı Belediyeler ise yargı harçlarından muaf değildir. Böyle bir durumda, yani davalının haçtan muaf olması ve davanın da davacı lehine sonuçlanması halinde karar ve ilam harcı mutlaka alınacak mıdır? Alınacaksa kimden alınmalıdır? Yasa koyucu tereddüte yer vermeyecek şekilde yargılama giderlerinden kimin sorumlu olduğunu düzenlemiştir. Yine yasa koyucu genel ilke gereğince yargılama giderlerinden sorumlu olan tarafı harçtan muaf tutmuş ise, bu husus harcın diğer taraftan alınacağı şeklinde yorumlanamaz. Ancak bakiye karar ve ilam harcının davalıdan hiç alınmayacağı gibi, davacı tarafından peşin yatırılan karar ve ilam harcının da iade edileceği şeklinde yorumlanıp uygulanmalıdır. Nitekim yine Hazinenin davalı olduğu tapu iptal – tescil davalarında da uygulama bu şekildedir. Hazine aleyhine açılan tapu iptal – tescil davasında Hazinenin harçtan muaf olması gerekçesiyle karar ve ilam harcı alınmazken (doğrusu budur) yalnız tescil davasında harçtan davacının sorumlu tutulmasının hiçbir yasal dayanağı yoktur. Yasa koyucu dileseydi Kadastro Kanunu 36/A maddesinde olduğu gibi, bu hususta da genel uygulamadan ayrıldığını belirterek bir düzenleme yapabilirdi.
Sayın çoğunluğun görüşünün dayanağını yerleşmiş Yargıtay içtihatları oluşturmaktadır. Gerçekten de kabul etmek gerekir ki Yargıtay uzun yıllar tescil davalarında yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmış, bunlardan olan yargı harçlarını da davacıya yüklemiştir. Ne var ki, hiçbir Yargıtay kararında yasal bir dayanak gösterilmemiş, davalının “yasal hasım” olması gerekçe yapılmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere bir olaya hukukun uygulanmasında yargı kararları en son sırada gelmektedir.
Çözümlenmesi gereken bir başka husus ise “yasal hasım” ne olduğu ve yasal hasım olunmasının davalıya nasıl bir üstünlük sağladığı konularıdır. Yine bilindiği üzere, bazen gerçekte hasım olmamasına rağmen özellikle mahkemelerin kararlarının denetime açılabilmesi, birileri tarafından kanun yoluna getirilebilmesi için Hazinenin taraf gösterilmesi veya temsilcisi bulunmayan mal varlığına kayyım atanması ve davanın kayyım huzurunda görülerek bu mahsurların ortadan kaldırılması yoluna gidilmiştir. Ne var ki böyle de olsa davada, davalı olarak yer almışsa, sıfatı ne olursa olsun artık davalıdır. Hal böyle olunca da her açıdan yargı önünde eşitlik ilkesi gereğince davalının davacıdan, Hazinenin de vatandaştan bir üstünlüğü yoktur. Sayın çoğunluk gibi düşünen hukukçular, davacının davasının kabulü halinde, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakırken, davanın reddi halinde de davalı yasal hasım lehine vekalet ücreti başta olmak üzere yargılama giderlerine hükmederek açıkça “yargı önünde eşitlik” ilkesini ihlal etmektedirler. Herhangi bir yasada davalının kim olacağının belirtilmesi bu davalının yargılama giderlerinden muaf olacağı anlamına gelmediği için TMK 713/3. maddede davalının kim olacağının belertilmesi nedeniyle de davalı yargılama giderlerinden muaf olmayacaktır.
Yine sayın çoğunluk ve onlar gibi düşünen hukukçular “tescil davalarında davacı zaten karşılıksız olarak taşınmaz edinmekte, hiç olmazsa yargılama giderlerini ödesinler” tarzında bir yaklaşımla gerekçe oluşturmaktadırlar. Eğer mahkeme davacının taşınmazı hak etmediğini düşünüyorsa hiç şüphesiz davayı reddetmelidir. Hem davayı kabul edip, hem de yargılama giderlerini davacı üzerinde bırakmak apaçık bir çelişkidir ve yasaya açıkça aykırıdır.
Sayın çoğunluğun kendi içinde düştüğü bir başka çelişki ise; sayın çoğunluk, davalının yasal hasım olması nedeniyle yargılama giderleri ve bunlardan olan harcın ilk derece mahkemesince davacıdan alınmasının doğru olduğunu düşündüğüne göre, yargılama giderlerinin davanın açılmasından kesinleşmesine kadar bir bütün olması nedeniyle, davalı hazine tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, istinaf talebi reddedildiğinde de davacıdan istinaf ret harcının, bunun devamında da yine Hazinenin temyiz başvurusu reddedilerek kararın onanması halinde de davacıdan onama harcının alınmasına karar vermelidir. Zira davalı hazine yasal hasımdır ve davalı harçtan muaftır, o halde davalıdan alınamayan yargı harçları davacıdan alınmalıdır. Böyle bir uygulamayı ve düşünce tarzını kabul etmek mümkün değildir.
Açıklanan bu nedenlerle, davanın kabul edilmiş olduğu gözetilerek, taraflardan davacının yargılama giderlerini temyiz konusu yapmış olmasıs da nazara alınmak suretiyle davalı Hazinenin harçlardan muaf olması, davalı belediyelerin ise harçlardan muaf olmaması, harcın ve diğer yargılama giderlerinin davacıdan alınması gerektiği yönündeki hüküm doğru olmadığından bu hususların da bozma sebebi yapılması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun (esasa ilişkin bozma sebeplerine katılmakla birlikte) bu görüşüne katılmıyorum.