YARGITAY

DANISTAY

SAYISTAY

BÖLGE ADLIYE MAHKEMESI

ANAYASA MAHKEMESI

KURUL KARARLARI

Gabinin şartları nelerdir?

Karar Özeti

3.2.3. Sözleşmenin gabin (aşırı yararlanma) nedeniyle illetli olduğunun kabulü için edim ve karşı edim arasındaki oransızlığın, taraflardan birinin, diğerinin şahsında mevcut özel bir durumu bilerek istismar etmesi, sömürmesi sonucu oluşması gerekir. Dar ve zor durumda kalmaları nedeniyle, sözleşme yapmaya, mallarını çok düşük bedel ile devretmeye sürüklenmiş kişileri korumak, zayıfı güçlüye ezdirmemek için hukukumuzda da düzenlemeler yapılmış 6098 s. Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 28. maddesi ile aynen; "Bir sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir.

 

Zarar gören bu hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir." hükmü getirilmiştir.

O halde, aşırı yararlanmadan (gabinden) söz edilebilmesi, objektif unsur olan edimler arasındaki aşırı oransızlık yanında, bir tarafın darda kalma, tecrübesizlik, düşüncesizlik (hafiflik) hallerinin bulunması, diğer yanın ise yararlanmak, sömürme kastını taşıması biçiminde iki sübjektif unsurun dahi gerçekleşmesine bağlıdır. Gabinin varlığı zarar görene (sömürülene), sözleşme tarihinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirerek iptal davası açıp iddiasını her türlü delille kanıtlama ve verdiğini geri isteme hakkı ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteme hakkı verir.

 

Hemen belirtmek gerekir ki, aşırı yararlanma davasında öncelikle edimler arasındaki, açık oransızlık üzerinde durulmalı, objektif unsur ispatlandığı takdirde zarar gördüğünü iddia edenin kişiliği, yaşı, sağlık durumu, toplumdaki yeri, ekonomik gücü, psikolojik yapısı gibi maddi, manevi yönler yani sübjektif unsur derinliğine araştırılıp incelenmelidir.

Karar

 

 

 

 1. Hukuk Dairesi         2022/4328 E.  ,  2022/4997 K.

 

MAHKEMESİ : ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 16. HUKUK DAİRESİ

 

İLK DERECE MAHKEMESİ: ANKARA 20. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

 

 

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil-tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin kararın, davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan inceleme sonucunda; başvurunun kabulüne, Mahkeme kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne dair verilen karar, süresi içinde davalı ... vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

 

I. DAVA

 

Davacı vekili, müvekkilinin kredi temin etmek amacıyla ...Emlak İşletmesine başvurduğunu, işlemlerin yürütülmesi için davalı ...’a taşınmaz satış yetkisini içerir vekaletname verdiğini ve aracı olanların bir miktar ücret almasının kararlaştırıldığını, davalı ...’in müvekkiline 59.000,00 TL kredi çektiğini ve masraf ve kesintilerden sonra 50.000,00 TL verdiğini, 6 ay sonra kredinin ödenmesi halinde tapudan ipoteğin fekkedileceğini söylediğini, müvekkilinin süresi içerisinde ödemeyi yapamaması nedeniyle taşınmazını satın alan davalı ...’in müvekkilini uyararak ödeme yapılmadığı takdirde taşınmazın satılacağını bildirdiğini, müvekkilinin yardım istediği yeğeni Havva Ünal’a ait taşınmazın da benzer yöntemle satıldığını, müvekkili ve dava dışı ...’nın suç duyurusunda bulunması sonucunda uyuşmazlığın hukuki nitelikte olduğundan bahisle takipsizlik kararı verildiğini; davalı ...’in müvekkiline baskılarını sürdürerek taşınmazın yüksek karla müvekkiline satışını veya yüksek kira geliri elde etmeyi amaçladığını, davalı ... ile yapılan uzlaşma görüşmelerinin her seferinde daha fazla para talep edilmesi nedeniyle sonuçsuz kaldığını, davalının iyi niyetli olmadığını, zararlandırma kastıyla hareket ettiğini, davalılar arasında kredi temin etme amacıyla yapılan anlaşmanın resmi şekil şartına uygun olmadığını; davalı ... yönünden davalının kötü niyetli olması ve ...ile yaptığı kredi teminine yönelik anlaşmanın şekil şartından yoksun olması nedeniyle kredi sözleşmesinde belirlenen 101.500 TL’nin davalıya ödenmesimukabilinde yolsuz tescilin iptali ile taşınmazın davacı adına tescilini, terditli olarak ise taşınmazdaki ipotek miktarı olan ve rayiç değer olduğu tahmin edilen 165.921,32 TL’den ... hesabına aktarılan 101.500 TL’nin mahsubu ile belirlenecek tutarın davalı ...’den tahsilini; ...’e yöneltilen davanın reddi halinde oluşan zararın tazmini için ... tarafından ...’e ödenen 101.500,00 TL’nin sadece 50.000 TL’sinin davacıya verilmiş olması nedeniyle bakiye 51.500 TL’nin hesap verme borcuna karşılık adı geçen davalıdan tahsilini; ayrıca taşınmazın rayiç değerinin altında satılması nedeniyle belirlenecek rayiç değer ile 101.500 TL arasındaki fark kadar tutarın sadakatle ifa yükümlülüğü kapsamında davalıdan tahsilini talep etmiş, yargılama sırasında sunduğu ıslah dilekçesi ile alacak talebinin 90.000 TL olduğunu bildirmiştir.

 

II. CEVAP

 

1. Davalı ... vekili; müvekkilinin gayrimenkul danışmanlığıyla uğraştığını, davacının ekonomik sıkıntılarının olduğunu ve taşınmazı satmak istediğinden bahisle müvekkiline başvurduğunu, taşınmazı öncelikle bankaya başvurmadan satın alacak bir alıcı aradığını, zira taşınmaz bedelinin banka tarafından davacının hesabına yatırılması halinde bedele alacaklılar tarafından el konulabileceğinin bilindiğini, böyle bir alıcı bulunmadığı takdirde müvekkiline vekaletname vererek bedelin onun hesabına yatırılmasının sağlanabileceğini beyan ettiğini, bu kapsamda müvekkilinin aldığı vekaletname ile taşınmaza alıcı olarak diğer davalı ...’i bulduğunu,...’ın taşınmazı kredi ile satın aldığını ve Kasım’dan tahsil edilen 101.500,00 TL’den 8.000,00 TL tapu harcı ve emlak komisyonu kesintisi yapılarak kalan bedelin davacıya (banka kayıtlarına geçmemesi amacıyla) elden ödendiğini, davacının acelesi nedeniyle ibraname alınamadığını, davacının evi boşaltmaması nedeniyle davalı ...’ın davacıyı tahliye edeceğini bildirmesi üzerine davacının iş bu davayı açtığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

 

2. Davalı ... vekili; müvekkilinin kredi teminine ilişkin bilgisinin olmadığını, tanıdığı olan davalı ...’in uygun fiyatlı bir evin satılacağını ve kiracı bulmakta yardımcı olabileceğini söylediğini, kredi çekilerek taşınmaz bedelinin diğer davalıya ödendiğini, davacının evi boşaltmayarak müvekkilini oyaladığını, eldeki davayı da müdahalenin meni davasını bertaraf etme amacıyla açtığını, inançlı temlikin yalnızca yazılı delille ispatlanabileceğini, davacının satış bedeli karşılığında tapu iptal tescil talep etmesinin de müvekkilinin bu işleme taraf olmadığını gösterdiğini, davacının iddiaları doğru olsa dahi kredi temini amacıyla yapılan anlaşma ile taşınmaz devredildiğinden kredi borcunun ödenmemesi nedeniyle dava açmakta hukuki yararın bulunmadığını, davanın kabulü halinde daha önce ödendiği belirlenen tüm kredi taksitlerinin faiziyle bankaya depo edilmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

 

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

 

İlk Derece Mahkemesinin 14/06/2019 tarihli ve 2017/58 E., 2019/361 K. sayılı kararıyla; davalı ...’ın satış için çektiği 101.500 TL kredi tutarını vekil ...’e ödediği, davalı ...’in kabulüne göre 8.000 TL emlakçı ücreti kesildiği, davacı tarafça kendisine 50.000 TL ödeme yapıldığının davalı ... tarafından ise davacıya 92.000 TL ödendiğinin iddia edildiği, her iki iddiaya dair herhangi bir delil bulunmadığı, taşınmazın devir tarihindeki rayiç bedelinin bilirkişi marifetiyle 140.000 TL olarak belirlendiği, davalı ... tarafından ödenen tutarın buna uygun olduğu, tapuda satış değeri olarak gösterilen 75.000 TL'nin davacıdan gizlenmesinin mümkün olmadığı, bu paranın davacıya ... tarafından ödenmiş olduğunun kabulü gerektiği, aradaki 26.500 TL alacaktan 8.000 TL'nin emlakçı ücreti olarak kesildiğininkabulü ile vekil ... tarafından davacıya ödenmesi gereken miktarın 18.500 TL olduğu, vekilin gerçek satış bedelini davacıdan gizleyerek vekalet görevini kötüye kullandığı gerekçesiyle davalı...aleyhine açılan tapu iptal tescil ve alacak talepli davanın reddine, davalı ... aleyhine açılan alacak davasının kısmen kabulü ile 18.500,00 TL’nin dava tarihindenişleyecek yasal faizi ile bu davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

 

IV. İSTİNAF

 

1. İstinaf Yoluna Başvuranlar

 

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

 

2.İstinaf Nedenleri

 

Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; müvekkili kredi temini amacıyla vekalet vermiş ise de sehven sadece satış vekaleti verildiğini, davalı asilin beyanlarına göre davalıların arkadaş olduğunu ve davalı ...’ın taşınmazın uygun fiyata satıldığını bildiğini, davalı ... taşınmaz bedelini ödediğini beyan etmiş ise de resmi senette gösterilen 75.000,00 TL ve bunun dışında kalan kısım yönünden herhangi bir delil sunulmadığını, davalı ...’in buna ilişkin beyanının davacıyı bağlamayacağını, davalıların beyan ettiği satış bedelleri arasında çelişki bulunduğunu, davalıların birlikte zararlandırma kastıyla hareket ettiklerini, satış işlemine rağmen davalı ...’ın davacıya karşı hiçbir yasal girişimde bulunmadığını, bazı kredi taksitlerini davacının taşınmazın iade edileceği inancıyla ödediğini, satış bedeli ile rayiç bedel arasındaki fark nedeniyle gabinin var olduğunu, tescil talebi kabul görmediği takdirde ise taşınmazın satış tarihindeki bedelinin davacıya ödenmediğini, müvekkilinin 90.000 TL zararının bulunduğunu, taşınmaz bedelinin Kasım tarafından vekile ödendiğinin düşünülmesi halinde dahi davalı ...’ın rayiç değer ile satış değeri arasındaki farktan sorumlu tutulması gerektiğini belirterek, kararın kaldırılmasını talep etmiştir.

 

3. Gerekçe ve Sonuç

 

Bölge Adliye Mahkemesinin 28/10/2021 tarihli ve 2019/1708 E., 2021/1991 K. sayılı kararıyla; davacının gerçek bir satış iradesinin bulunmadığı, taşınmazın gerçek değeri ile akitte belirlenen değer arasında fahiş fark olduğu, satış bedelinin ödendiğinin ispat edilemediği, davalı ...’in vekalet görevini sadakat ve özenle yerine getirmediği, davalı ...’ın arkadaşı ...ile birlikte hareket ettiği, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını bildiği, davacının yapılan sözleşme ile bağlı olmadığı gerekçesiyle davacının istinaf başvurusunun kabulüne, Mahkeme kararının kaldırılmasına, davanın kabulü ile çekişmeli 5 numaralı bağımsız bölümün davalı ... adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmiştir.

 

V. TEMYİZ

 

1.Temyiz Yoluna Başvuranlar

 

Bölge Adliye Mahkemesi’nin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı ... vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

 

2. Temyiz Nedenleri

 

Davalı vekili temyiz dilekçesinde özetle; cevap dilekçesini tekrarlayarak, davacının iddialarının ispatı yönünden hiçbir somut delile dayanmadığını, müvekkilinin kötü niyetli olduğu yönünde delil bulunmadığını, kararda tanık beyanına atıf yapılmış ise de davada tanık dinlenmediğini, Bölge Adliye Mahkemesince kamu düzenine ilişkin olarak resen incelenen bir husus bulunmadığını, Bölge Adliye Mahkemesince davanın hatalı nitelendirildiğini, davanın çeşitli aşamalarında inançlı temlik, vekaletin kötüye kullanılması ve gabin hukuki nedenine dayanıldığını, davacının iddiasının nakit ihtiyacının karşılanması amacıyla taşınmazı kullanarak kredi çekilmesini sağlamak ve kredinin ödenmesini müteakiben taşınmazını geri almak olduğunu, bu nedenle satış yetkisini içerir vekaletname verildiğine göre davacının taşınmazının devredileceğini düşünerek hareket ettiğini, bu durumda inançlı temlikin gündeme geldiğini, bu nedenle talimat doğrultusunda hareket eden vekilin vekalet görevini kötüye kullandığından söz edilemeyeceğini, inançlı temlikin yazılı delille ispatlanabileceğini, davalıların önceden tanışıyor olmasının iyi niyeti bertaraf etmeyeceğini, müvekkilinin kira bedeli ödemeyen davacı nedeniyle zarara uğradığını ve kredi ödemekte zorlandığını, satış bedelinin ödendiğinin diğer davalının kabulünde olduğunu, ayrıca yargılama sırasında harcın 140.000 TL üzerinden tamamlanmasına karşın dava değerinin 170.000 TL olduğunun kabulüyle yüksek harç ve vekalet ücretine hükmedilmesinin hatalı olduğunu, yargılama giderlerinin de hatalı hesaplandığını belirterek, kararın bozulmasını talep etmiştir.

 

3. Gerekçe

 

3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

 

Uyuşmazlık, vekalet görevinin kötüye kullanılması, inançlı temlik ve gabin hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil olmazsa tazminat istemine ilişkindir.

 

3.2. İlgili Hukuk

 

3.2.1. Bilindiği üzere, Türk Borçlar Kanunu'nun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 6098 s. Türk Borçlar Kanunu'nda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanunu'nun 390. maddesinde) aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir. Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.

 

Vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

 

Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu Yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

 

3.2.2. Öte yandan; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.

 

Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

 

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

 

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

 

İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK'nın 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

 

Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların veya inanılanın imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.

 

05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.

 

3.2.3. Sözleşmenin gabin (aşırı yararlanma) nedeniyle illetli olduğunun kabulü için edim ve karşı edim arasındaki oransızlığın, taraflardan birinin, diğerinin şahsında mevcut özel bir durumu bilerek istismar etmesi, sömürmesi sonucu oluşması gerekir. Dar ve zor durumda kalmaları nedeniyle, sözleşme yapmaya, mallarını çok düşük bedel ile devretmeye sürüklenmiş kişileri korumak, zayıfı güçlüye ezdirmemek için hukukumuzda da düzenlemeler yapılmış 6098 s. Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 28. maddesi ile aynen; "Bir sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir.

 

Zarar gören bu hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir." hükmü getirilmiştir.

 

O halde, aşırı yararlanmadan (gabinden) söz edilebilmesi, objektif unsur olan edimler arasındaki aşırı oransızlık yanında, bir tarafın darda kalma, tecrübesizlik, düşüncesizlik (hafiflik) hallerinin bulunması, diğer yanın ise yararlanmak, sömürme kastını taşıması biçiminde iki sübjektif unsurun dahi gerçekleşmesine bağlıdır. Gabinin varlığı zarar görene (sömürülene), sözleşme tarihinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirerek iptal davası açıp iddiasını her türlü delille kanıtlama ve verdiğini geri isteme hakkı ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteme hakkı verir.

 

Hemen belirtmek gerekir ki, aşırı yararlanma davasında öncelikle edimler arasındaki, açık oransızlık üzerinde durulmalı, objektif unsur ispatlandığı takdirde zarar gördüğünü iddia edenin kişiliği, yaşı, sağlık durumu, toplumdaki yeri, ekonomik gücü, psikolojik yapısı gibi maddi, manevi yönler yani sübjektif unsur derinliğine araştırılıp incelenmelidir.

 

3.2.4. TMK.'nın 6. maddesinde; "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür", HMK.'nın 190/1. maddesinde; "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir " düzenlemeleri yer almaktadır.

 

3.2.5. 6100 sayılı HMK’nın ön inceleme duruşmasını düzenleyen 140. maddesi uyarınca hâkim, ön inceleme duruşmasında tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder. Ön inceleme duruşmasının sonunda, tarafların anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanakla tespit edilir ve taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür.

 

3.3. Değerlendirme

 

Dosyanın incelenmesinde, davacının 18/02/2015 tarihli vekaletname ile davaya konu 4802 ada 21 parsel sayılı taşınmazdaki 2 numaralı bağımsız bölümün satışı hususunda davalı ...’i bu taşınmaza özgü olarak yetkilendirdiği, vekil ...’in 20/02/2015 tarihli resmi akitle davaya konu taşınmazı diğer davalı ...’e 75.000,00 TL bedel ile sattığı, aynı tarihte ... tarafından 101.250,00 TL tutarında kredi çekilerek taşınmaz üzerine ipotek konulduğu, yapılan bilirkişi incelemesi ile taşınmazın satış tarihindeki rayiç bedelinin 140.000,00 TL olarak tespit edildiği anlaşılmıştır.

 

Bölge Adliye Mahkemesince davanın vekalet görevinin kötüye kullanılmasına dayalı olduğu tespit edilmiş ise de davacı tarafın yargılamanın çeşitli aşamalarında davayı farklı hukuki sebeplere dayandırır şekilde; dava dilekçesinde kredi temini amacıyla satış yetkisi verildiğini belirttiği, ön inceleme duruşmasında taşınmazın teminat olarak verildiğini beyan ettiği, cevaba cevap dilekçesinde inançlı işlem ve gabin hukuki sebeplerine dayandığı ve 5. celsede depo kararı için talepte bulunduğu, yine yargılamanın çeşitli aşamalarında vekile olan güvenin kötüye kullanıldığı ve satış bedelinin ödenmediği yönünde iddiaların da öne sürüldüğü görülmekle, davanın hangi hukuki sebebe dayandırıldığının yeterince aydınlatılmadığı anlaşılmıştır. Bu şekilde eksik araştırma ve incelemeyle hüküm kurulamaz.

 

Hal böyle olunca, Mahkemece öncelikle HMK’nın 31.maddesinde düzenlenen davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacı tarafa bu hususu açıklığa kavuşturmak üzere süre ve imkan tanınarak, tarafların anlaştığı ve anlaşamadığı hususlar ile uyuşmazlık sebebi aynı Kanun’un 140.maddesinin 3.fıkrası uyarınca tespit edilerek tutanağa bağlandıktan sonra, davacının tapu iptali ve tescil isteminin inançlı işlem hukuki sebebine dayandırıldığının anlaşılması halinde, dosyada bulunan kredi dosyasına göre yapılan ödemelere ilişkin dekontların delil başlangıcı olup olmadığının değerlendirilmesi, taraflara dinletmek istedikleri tanıkların isim ve adreslerini açıkça bildirmek üzere ihtarlı olarak süre ve imkan tanındıktan sonra dilekçelerinde gösterdikleri tüm delillerin davada dayanılan hukuki sebebin niteliğine göre toplanarak değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.

 

VI. SONUÇ:

 

Açıklanan nedenlerle; davalı vekilinin yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371/1-a maddesi uyarınca Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, HMK’nın 373/2. maddesi gereğince dosyanın kararı veren Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 20/06/2022 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.

 

Bu sayfa 159 kez görüntülendi.
- Karara ilişkin daha detaylı bilgi almak için soru / cevap kısmından bize ulaşabilirsiniz -

Yargıtay Danıştay Sayıştay

BÖLGE ADLIYE MAHKEMESI

ANAYASA MAHKEMESI


Bu Sitede yeralan verilerin tamamı ihalekararisor.com' a ait olup. İzinsiz kopyalanması ve yayınlanması izni verilmemiştir.

Web Tasarım İntramor