YARGITAY

DANISTAY

SAYISTAY

BÖLGE ADLIYE MAHKEMESI

ANAYASA MAHKEMESI

KURUL KARARLARI

Borca karşılık taşınmazı teminat olarak devralan alacaklı, borcun vadesi dolmadan evi borçlu ile husumeti olan kişiye satması kötüniyet olarak değerlendirilir mi?

Karar Özeti

Somut olaya gelince, taraflar arasındaki uyuşmazlığın inançlı işlem hukuksal sebebine dayandığı, taşınmazın bu sözleşme kapsamında davalı ...'a temlik edildiği konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu nedenle şartların gerçekleşmesi halinde anılan sözleşme kapsamında taşınmazın iadesi gerekmektedir. İlk el olan ...'dan temlik olan davalı ...'nin davalı ...'ın kardeşi, ondan devralan davalı ...'ın davalı ...'ın birlikte yaşadığı kişi, son kayıt maliki ...'in ise dava konusu taşınmazın komşu parsel maliki ve davacının babası ile husumetli olduğu gözetildiğinde, anılan davalıların durumu bilen veya bilmesi gereken kişi konumunda olup, TMK'nin 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacakları sonucuna varılmaktadır.

Karar

1. Hukuk Dairesi    2020/3947 E. , 2021/7397 K.

 

 

MAHKEMESİ: ... BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ

DAVA TÜRÜ: TAPU İPTALİ VE TESCİL

 

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davacının ödeme edimini yerine getirdiğini usulüne uygun deliller ile ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacı tarafın istinafı üzerine ... Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, eksik inceleme ve değerlendirme yapıldığı gerekçesiyle davacının istinaf başvurusunun kabulü ile kararın kaldırılarak ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, ilk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, davacının ödeme edimini yerine getirmediği ve son kayıt maliki davalı ...'in iyiniyetli üçüncü kişi olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş davacı ve fer-i müdahil vekilinin istinafı üzerine ... Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, istinaf başvurusunun esastan reddedilmesine ilişkin olarak verilen karar davacı ve fer'i müdahil tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...'in raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

 

Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde bedel isteğine ilişkindir.

 

Davacı, ... parsel sayılı taşınmazı babasının davalılardan ...'ya borcu için teminat amacıyla temlik ettiğini, onun da davalı ...'ye, ...nin de davalı ...'a, ...'ın da davalı ...'e satış suretiyle temlik ettiğini, babası ile davalı ... arasında inançlı temlik işlemine dair yazılı anlaşma bulunduğunu, anlaşmaya rağmen yapılan devirlerin kötüniyetli ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek tapu iptali ve adına tescilini, mümkün olmadığı takdirde rayiç bedelin yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.

 

Fer-i müdahil Mehmet, davacının oğlu olduğunu, inançlı işleme konu sözleşmeyi kendisinin yaptığını, verilecek karardan etkilenecek durumda olduğunu, davalı ...'a 36.150,00 TL borcu olduğunu, borcunu Ziraat Bankasından çektiği kredilerle elden ödediğini, boşa attığı imza nedeniyle sunulan belgede borçlu gözüktüğünü bildirerek davacının yanında davaya katılma talebinde bulunmuş, talebi mahkemece de kabul edilmiştir.

 

Davalı ..., davacının babası olan ... ile arasında alacak borç ilişkisi bulunduğu ve dosyaya sunulan 25/10/2009 tarihli ikili anlaşma başlıklı sözleşmeyi kabul ettiğini ancak sözleşmede belirtilen 179.500 TL'nin davacı ve babası tarafından ödenmediğini, davalılar ... ve ...'a yapılan devirlerin gerçek olmadığını ancak davalı ...'e yapılan devrin gerçek olduğunu belirterek davanın reddini savunmuş, davalı ... savunma getirmemiştir.

 

Davalı ..., açılan davayı kabul etmediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

 

Davalı ..., iyiniyetli üçüncü kişi olduğunu ve taşınmazı bedeli karşılığında satın aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

 

İlk Derece Mahkemesince, davacının ödeme edimini yerine getirdiğini usulüne uygun deliller ile ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacı tarafın istinafı üzerine ... Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, davacı tarafça inançlı işleme dair sunulan sözleşmede yer alan çeklerin ilgili bankadan sorulması, ödenip ödenmediğinin araştırılması, dava dilekçesinin deliller kısmında her tür yasal delil dendiğinden davacıya ödeme iddiası bakımından yemin delilinin hatırlatılması ve sonucuna göre BK 97. maddesi gereğince borç miktarının saptanıp mahkeme veznesine depo etmesi için davacıya süre verilmesi, depo ettiği takdirde davalılar ..., ... ve son kayıt maliki ...'in TMK'nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp yararlanamayacağının değerlendirilmek suretiyle hasıl olacak sonuca uygun karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle davacının istinaf başvurusunun kabulü ile kararın kaldırılarak ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, ilk derece mahkemesince kaldırma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda, davacının ödeme edimini yerine getirmediği ve son kayıt maliki davalı ...'in iyiniyetli üçüncü kişi olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacı ve fer-i müdahil vekilinin istinafı üzerine ... Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, istinaf başvurusu esastan reddedilmiştir.

 

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu ... parsel sayılı taşınmaz davacıya vekaleten babası ... tarafından 25.08.2009 tarihinde davalı ...'a, ...'ın da 06.11.2009 tarihinde davalı ...'ye, ..'nin de 10.12.2009 davalı ...'a, davalı ...'a vekaleten davalı ... tarafından da davalı ...'e satış suretiyle devredildiği anlaşılmaktadır.

 

Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.

 

Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

 

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

 

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

 

İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 s. Borçlar Kanunu 818 s. Borçlar Kanununun (BK). m.; 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 97. m.) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK'nin 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

 

Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK'nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK'nin 19. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna hükmolunmuştur.

 

İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirile gelmektedir. Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların veya inanılanın imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.

 

05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.

 

Hemen belirtilmelidir ki; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alışverişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.

 

Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.

 

Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.

 

Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.

 

Somut olaya gelince, taraflar arasındaki uyuşmazlığın inançlı işlem hukuksal sebebine dayandığı, taşınmazın bu sözleşme kapsamında davalı ...'a temlik edildiği konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu nedenle şartların gerçekleşmesi halinde anılan sözleşme kapsamında taşınmazın iadesi gerekmektedir. İlk el olan ...'dan temlik olan davalı ...'nin davalı ...'ın kardeşi, ondan devralan davalı ...'ın davalı ...'ın birlikte yaşadığı kişi, son kayıt maliki ...'in ise dava konusu taşınmazın komşu parsel maliki ve davacının babası ile husumetli olduğu gözetildiğinde, anılan davalıların durumu bilen veya bilmesi gereken kişi konumunda olup, TMK'nin 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacakları sonucuna varlmaktadır.

 

Öte yandan, 6098 sayılı TBK'nun 97. maddesinde; karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmenin ifası isteminde bulunan tarafın, sözleşmenin koşullarına ve özelliklerine göre daha sonra ifa etme hakkı olmadıkça, kendi borcunu ifa etmiş ya da ifasını önermiş olması gerekir. hükmüne yer verilmiştir. Dosya içeriğine göre, fer'i müdahil ve davalı ... arasında düzenlenen 25.10.2009 tarihli sözleşmede vade ve tarihleri belirtilen toplamda 143.350 TL değerinde 8 adet hatır çeki ile 36.150,00 TL nakit paranın davalı ... tarafından fer'i müdahil Mehmet'e verildiği, çeklerin fer'i müdahil Mehmet tarafından ödeneceği, ödenen çeklerin Hasan'a iade edileceği ve borç bittiğinde de taşınmazın sahibine iade edileceği kararlaştırılmış olup, davalı ...'da fer'i müdahile verdiği çeklerin onun tarafından ödenmemesi üzerine icra takibine uğramamak için kendisi tarafından ödendiğini, oysa çek karşılığı ödediği tutarın da nakit olarak verdiği bedelin de kendisine ödenmediğini savunmuştur. Davacı ise borcunun yalnızca 36.150 TL olduğunu ve ödemeyi bankadan çektiği kredilerle yaptığını iddia etmesine karşın ödeme iddiasını yazılı delille kanıtlayamamıştır. Böyle bir durumda, çözümlenmesi gereken husus çeklerin davacı tarafından kullanılıp kullanılmadığı ve çek bedellerinin kimin tarafından ödendiği noktasında toplanmaktadır.

 

Ne var ki; mahkemece, davalının ödediğini iddia ettiği çek yaprakları ilgili bankadan getirtilip bu çeklerle 25.10.2009 tarihli sözleşmede yer alan çeklerin aynı çek olup olmadığı açıklığa kavuşturulmadan sonuca gidilmesi doğru değildir.

 

Davacı taraf, dava açmak suretiyle kendi edimini ifa etmek istediğini karşı tarafa bildirmiştir. Dava açmadan önce borcun ifa edilmemiş olması, tek başına inançlı işleme dayanan davanın red sebebini oluşturmaz.

 

O halde yapılacak iş, davalının ödediğini iddia ettiği ve seri numarasını bildirdiği çek yaprakları ilgili bankadan getirtilip, bu çeklerle 25.10.2009 tarihli sözleşmede yer alan çeklerin aynı çek olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, aynı çek olduğunun anlaşılması halinde davalının ödeme savunması üzerinde durularak ödemeyi kimin yaptığının belirlenmesi, yapılacak olan bu belirleme ve sözleşmede kararlaştırılıp nakit paraya ilişkin hususta nazara alınarak alacak-verecek miktarının saptanması, saptanan bu bedeli depo etmesi için davacı tarafa süre verilmesi, bedel depo edildiği takdirde tapu iptal ve tescil isteğinin kabul edilmesi, aksi halde davanın reddine karar verilmesi gerekirken değinilen hususlar gözardı edilerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir. Davacı ve fer'i müdahil vekilinin temyiz itirazlarının değinilen yönden kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373/1. maddesi uyarınca ... Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı nedenden dolayı 6100 sayılı HMK'nin 371/1-a maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesine, kararın bir örneğinin ... Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz eden davacı ve fer'i müdahile geri verilmesine, 01/12/2021 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.


Bu sayfa 322 kez görüntülendi.
- Karara ilişkin daha detaylı bilgi almak için soru / cevap kısmından bize ulaşabilirsiniz -

Yargıtay Danıştay Sayıştay

BÖLGE ADLIYE MAHKEMESI

ANAYASA MAHKEMESI


Bu Sitede yeralan verilerin tamamı ihalekararisor.com' a ait olup. İzinsiz kopyalanması ve yayınlanması izni verilmemiştir.

Web Tasarım İntramor