10. Toplanan delillerle; tarafların ortak çocuğun doğumundan önce ve sonra birlikteliklerini bir aile oluşumu içinde sürdürdükleri, resmȋ evliliğin gerçekleşeceği yönünde davalının davacıda güven duygusu yarattığı ve onu oyaladığı kanıtlanmıştır. Bu durumda davanın süresinde açılmadığından bahsedilmesi mümkün değildir. O hâlde Bölge Adliye Mahkemesince yapılacak iş, eldeki babalık davasının 4721 sayılı Kanun'un 303 üncü maddesinin son fıkrası uyarınca süresinde açıldığının kabulü ile işin esası hakkında bir karar vermekten ibarettir.
Hukuk Genel Kurulu 2023/383 E. , 2024/294 K.
MAHKEMESİ : Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2022/2475 E., 2022/2964 K.
KARAR : Davanın reddine
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 30.06.2022 tarihli ve
2022/6158 Esas, 2022/6528 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki babalık hükmü davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın taraf vekillerince istinaf edilmesi üzerine; davacı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddine, davalının istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak, yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların 2014 yılında tanıştığını, davalının bir başkası ile evli olduğu hâlde davacıya ayrı bir ev açtığını, müvekkiline "eşinin hasta ve ölmek üzere olduğunu, o öldükten sonra rahatça evlenebileceklerini" söyleyerek oyaladığını, geçen sürede davalının çocuk sahibi olmak istediğini, bunun üzerine müvekkilinin hamile kaldığını, ilk başta bu haberi sevinçle karşılayan davalının doğuma bir kaç ay kala davacıyı terk ettiğini, maddi-manevi hiçbir yardımda bulunmadığını, davacının ortak çocuğu 24.07.2017 tarihinde kendi imkânlarıyla dünyaya getirdiğini, müvekkilin parasının olmadığını bildiği hâlde ne ortak çocuk ne de müvekkili ile ilgilenmediğini, hiçbir ihtiyaçlarını karşılamadığını, çocuğu nüfusuna kaydettirmediği gibi müvekkilinin bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde dava açmasını önlemek amacıyla hileli davranışlarda bulunduğunu, sürenin dolması amacıyla davacıyı kandırmaya devam ettiğini ileri sürerek davalı ile çocuk arasında soybağı ilişkisinin kurulmasına, çocuk yararına 2.000,00 TL tedbir ve iştirak nafakası ile müvekkili yararına 30.000,00 TL maddi, 300.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, ilişkiyi başlatan tarafın davacı olduğunu, müvekkilinin evli olduğunu bilmesine rağmen davacının müvekkili ile birlikte olduğunu ve hamile kaldığını, aralarındaki ilişkiyi davalının ailesine söylemekle tehdit ettiğini, müvekkilinden para istediğini ve iflasın eşiğine getirdiğini, davanın hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığını, bu nedenle davanın reddine karar verilmesi gerektiğini, mahkeme aksi kanaatte ise davacı kadının birden fazla erkek ile ilişkisi olması nedeni ile DNA incelemesi sonucunda çocuk ile baba arasında soybağına ilişkin hükmün kurulmasına, tazminat ve nafaka taleplerinin reddine karar verilmesini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 13.07.2021 tarihli ve 2020/437 Esas, 2021/464
Karar sayılı kararı ile; davanın Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 301 inci maddesi uyarınca ana tarafından biyolojik babaya karşı açılan babalığın tespiti ile nafaka ve tazminat taleplerini kapsadığı, tarafların bir dönem gayri resmȋ birliktelik yaşadıkları, tanık beyanları uyarınca bu birliktelikten ortak çocuklarının dünyaya geldiği, yapılan DNA incelemesinde davalı ...'ın çocuk...'un biyolojik babası olduğu, hak düşürücü süre yönünden yapılan incelemede ise erkeğin davacı kadını "resmȋ nikahlı eşinin hastalığını" bahane ederek evlenme vaadiyle oyaladığı, evlendiklerinde zaten çocuğu nüfusuna alacağını belirttiği, davacı kadının uzunca süre davalının vaatlerini beklediği, soybağına ilişkin davaların kamu düzenine ilişkin olduğu, somut olay bazında davalının çocuğu üzerine almaktan ve davacı kadını oyalamaktan ne zaman vazgeçtiğine dair net bir kanıya varılmadığı, dolayısıyla hak düşürücü sürenin davacı kadın yararına değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne, davalı ...’ın küçük çocuk ...’un babası olduğunun tespitine, çocuk yararına 500,00 TL iştirak nafakası ile kadın yararına 15.000,00 TL maddi tazminat ödenmesine, kadının manevi tazminat talebinin tefrikine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekillerince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 08.04.2022 tarihli ve 2022/969 Esas, 2022/1392 Karar sayılı kararı ile; davanın ergin olmayan çocuk hakkında annenin kendi adına açtığı babalık davası olduğu, 4721 sayılı Kanun’un 303 üncü maddesine göre ananın dava hakkının doğumdan başlayarak bir yıl geçmekle düşeceği, ancak bir yıllık süre geçtikten sonra gecikmeyi haklı kılan sebepler varsa sebebin ortadan kalkmasından başlayarak bir ay içinde dava açılabileceğinin düzenleme altına alındığı, somut olayda küçük çocuğun 24.07.2017 tarihinde doğduğu, annenin ise davayı 17.08.2020 tarihinde açtığı, dolayısıyla bir yıllık hak düşürücü süreden sonra davanın açıldığı, dava tarihine kadar geçen uzun süre içerisinde tarafların birkaç kez ayrılık yaşamış olmalarının "gecikmeyi haklı kılan bir sebep" sayılamayacağı, diğer taraftan çocuk adına kayyım tarafından her zaman dava açma imkânının bulunduğu gerekçesiyle davacının istinaf başvurusunun esastan reddine, davalının istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
2. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "...Türk Medeni Kanunu'nun 303. maddesine göre, babalık davası, çocuğun doğumundan önce veya sonra açılabilir. Ananın dava hakkı, doğumdan başlayarak bir yıl geçmekle düşer. Çocuğa doğumdan sonra kayyım atanmışsa, çocuk hakkındaki bir yıllık süre, atamanın kayyıma tebliği tarihinde; hiç kayyım atanmamışsa, çocuğun ergin olduğu tarihte işlemeye başlar. Çocuk ile başka bir erkek arasında soybağı ilişkisi varsa, bir yıllık süre bu ilişkinin ortadan kalktığı tarihte işlemeye başlar. Bir yıllık süre geçtikten sonra gecikmeyi haklı kılan sebepler varsa, sebebin ortadan kalkmasından başlayarak bir ay içinde dava açılabilir. Bu hükmün ikinci fıkrasında yer alan "Çocuğa doğumdan sonra kayyım atanmışsa, çocuk hakkındaki bir yıllık süre, atamanın kayyıma tebliği tarihinde, hiç kayyım atanmamışsa çocuğun ergin olduğu tarihte işlemeye başlar" hükmü, Anayasa Mahkemesi'nin 27.10.2011 tarihli ve 2010/71 Esas, 2011/143 Karar sayılı kararıyla; aynı maddenin dördüncü fıkrasında yer alan "Bir yıllık süre geçtikten sonra gecikmeyi haklı kılan sebepler varsa, sebebin ortadan kalkmasından başlayarak bir ay içinde dava açılabilir" hükmü ise, Anayasa Mahkemesinin 15.03.2012 tarihli ve 2011/116 Esas, 2012/39 Karar sayılı kararıyla çocuk yönünden iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarından sonra, çocuk tarafından veya çocuk adına açılan babalık davalarında artık herhangi bir hak düşürücü süre söz konusu değildir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 337. maddesinde, ana baba arasında evlilik birliğinin bulunmaması halinde velayetin anaya ait olacağı; 426/2. maddesinde ise yasal temsilci ile küçüğün menfaati çatıştığında küçüğe kayyım atanacağı; 301. maddesinde de, babalık davasının, Cumhuriyet Savcısı ile Hazineye, dava ana tarafından açıldığında kayyıma, kayyım tarafından açılmış ise anaya ihbar edileceği hükme bağlanmıştır.
Türk Medeni Kanunu’nun 304. maddesinde babalık davasına bağlı olarak annenin mali hakları düzenlenmiştir. Anne, babalık davası ile birlikte veya ayrı ayrı olarak baba veya mirasçılarından anılan maddede sayılan mali haklarını isteyebilir. Türk Medeni Kanunu’nda, annenin 304. maddesindeki mali hakların ne zaman istenebileceğine ilişkin bir süre şartı öngörülmemiştir.
Somut olayda, dava dilekçesinin içeriğinden davanın anne tarafından çocuk adına velayeten açıldığı anlaşılmaktadır. O halde istinaf incelemesi yapan bölge adliye mahkemesince, babalığın tespiti davasında çocuk adına açılan davalarda hak düşürücü sürenin olmadığı, davacı tarafından babalık davası ile ile birlikte talep edilen mali haklara ilişkin herhangi bir hak düşürücü sürenin ise Kanun’da düzenlenmediği ve yasal temsilci ile çocuk arasında çıkar çatışması olduğu durumlarda çocuğa kayyım atanarak taraf teşkilinin sağlanması gerektiği hususları bir bütün olarak değerlendirilmek suretiyle istinaf incelemesi yapılması gerekirken davanın hak düşürücü süre geçtiğinden bahisle reddine karar verilmesi doğru görülmemiş kararın bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir..."
gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; dava dilekçesinden anlaşılacağı üzere eldeki davanın
davacı kadın tarafından çocuk adına velayeten açılmadığı, aksine kadının bizzat kendi adına hareket ederek davayı açtığı, dava açılırken dilekçeye eklenen vekâletname incelendiğinde de "vekâletin çocuk adına velayeten" verilmediği, dolayısıyla ortada çocuk adına anne tarafından velayeten açılan bir davanın bulunmadığı, istinaf incelemesi sırasında verilen geri çevirme kararından sonra küçük çocuk adına vekâletname sunulmasının da davanın niteliğini değiştirmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili temyiz dilekçesinde; 4721 sayılı Kanun'un 303 üncü maddesinin son fıkrasında belirtilen "gecikmeyi haklı sebepler" nedeniyle davanın süresinde açıldığı, dolayısıyla hak düşürücü sürenin dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu ileri sürerek hükmün bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda; dava dilekçesi içeriği gözetildiğinde, eldeki davanın ana tarafından kendi adına mı yoksa çocuk adına mı açıldığı, buradan hareketle bir yıllık hak düşürücü sürenin uygulanmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
Türk Medeni Kanunu'nun 301 ilâ 304 üncü maddeleri.
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.
2. Bilindiği üzere çocuk ile ana arasındaki soybağı doğumla; çocuk ile baba arasında soybağı ise ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur (4721 sayılı Kanun md. 282). Evlilik dışında doğan çocuk, ana ve babasının sonradan birbiriyle evlenmesi hâlinde kendiliğinden evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere tâbi olur (4721 sayılı Kanun md. 292). Tanıma ise babanın, nüfus memuruna veya mahkemeye yazılı başvurusu ya da resmî senette veya vasiyetnamesinde yapacağı beyanla mümkündür (4721 sayılı Kanun md. 295/1). Görüldüğü gibi gerek sonradan evlilik, gerekse tanımada "babanın iradesine" dayanılarak kurulan bir soybağı söz konusu olduğundan, gönüllülük esastır. Hâkim hükmü ile kurulan soybağında ise babanın rızası aranmaz. Dolayısıyla biyolojik babanın, çocuk ile arasında soybağı kurulmasına gönüllü olmadığı hâllerde, çocuk ile baba arasında soybağının kurulması mahkemeden istenebilir ve açılan bu dava da babalık davası olarak adlandırılır.
3. Babalık davasına ilişkin düzenlemeler, 4721 sayılı Kanun'un hısımlığı düzenleyen ikinci kısmının, soybağının kurulmasına ilişkin birinci bölümünün üçüncü ayrımında yer almakta olup, 301 ilâ 304 üncü maddeleri arasında hüküm altına alınmıştır.
4. Türk Medeni Kanunu'nun 301 inci maddesinde babalık davasını açabilecek kişilerin anne ve çocuk olduğu belirtilmiştir. Burada anne ve çocuğun, babalık davası açma hakları birbirinden bağımsızdır, dolayısıyla babalık davasını birlikte açabilecekleri gibi ayrı ayrı da açabilirler. Dava hakları birbirlerinden bağımsız olduğu için, birinin kaybettiği dava diğerini etkilemez ve biri için kesinleşen mahkeme kararı diğeri için kesin hüküm teşkil etmez. Aynı şekilde birinin feragati veya sulh olması da diğerini etkilemez. Babalık davası açma hakkı, kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olup davayı açmadan önce dava hakkından feragat etmek mümkün değildir.
Ayrıca davanın Kanun'da belirtilen hak düşürücü süreler dikkate alınmak suretiyle açılması ve dava hakkının iyiniyetle kullanılması gerekmektedir. Babalık davası, inşai nitelikte bir dava olduğundan, davanın kabulü sonucunda çocukla baba arasında kurulan soybağı ilişkisine dair karar, geçmişe etkili olarak sonuç doğurur.
5. Babalık davası, kamu düzenine ilişkin olduğundan 4721 sayılı Kanun'un 301 inci maddesinin son fıkrası uyarınca Cumhuriyet savcısına ve olası mirasçılık menfaatleri etkileneceği için Hazineye ihbar edilir. Davanın anne tarafından açılması hâlinde ise davanın kayyıma ihbar edilmesi gerekir. Davanın kayyım tarafından açılması hâlinde de, davanın anneye ihbarı gerekmektedir. Dava babaya, baba ölmüşse mirasçılarına karşı açılır (4721 sayılı Kanun md. 301/2).
6. Türk Medeni Kanunu'nun 303 üncü maddesinde babalık davasının açılmasına ilişkin hak düşürücü süreler düzenlenmiştir. Çocuk tarafından açılan babalık davasındaki hak düşürücü süreye ilişkin Kanun'un 303 üncü maddenin ikinci fıkrası, Anayasa Mahkemesi’nin 27.10.2011 tarihli ve 2010/71 Esas, 2011/143 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiş olup, Anayasa Mahkemesinin bu kararından sonra çocuğa kayyım atansın veya atanmasın, çocuğun babalık davası açabilmesi için herhangi bir kısıtlayıcı süre bulunmamaktadır. Aynı maddenin birinci fıkrası ise "Babalık davası, çocuğun doğumundan önce veya sonra açılabilir. Ananın dava hakkı, doğumdan başlayarak bir yıl geçmekle düşer" şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Anılan hükme göre anne tarafından babalık davası, çocuğun doğumundan önce açılabileceği gibi doğumdan sonra da açılabilir. Ne var ki annenin dava hakkı kural olarak; doğumdan başlayarak bir yıl süreyle sınırlandırılmıştır. Ancak çocuk ile başka bir erkek arasında soybağı ilişkisi varsa, bir yıllık süre bu soybağı ilişkisinin kalktığı tarihten itibaren başlar. Bir yıllık süre içerisinde dava açılmasını engelleyen haklı sebepler varsa, sebebin ortadan kalkmasından itibaren bir ay içinde dava açılabilir (4721 sayılı Kanun md. 303/3).
7. Eldeki davaya gelince; dava dilekçesi ve aşamalardaki tüm beyanlar dikkate alındığında davanın anne tarafından biyolojik babaya karşı açılan babalık davası olduğu ve davanın çocuğun doğumundan itibaren bir yıllık süre içerisinde açılmasını engelleyen haklı sebepler nedeniyle geç açıldığının ileri sürüldüğü, İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılamada ileri sürülen "gecikme sebeplerinin haklı" olduğunun kabulü ile Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 03.05.2021 tarihli raporu uyarınca çocuk ile baba arasında soybağı ilişkisinin kurulmasına karar verildiği anlaşılmıştır. Hükmün istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince yapılan yargılamada ise "küçük çocuğun 24.07.2017 tarihinde doğduğu, anne tarafından davanın 17.08.2020 tarihinde açıldığı, dava açılıncaya kadar geçen uzun süre içerisinde yaşadıkları olayların gecikmeyi haklı kılan sebep" sayılamayacağı gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
8. Öncelikle belirtmek gerekir ki 4721 sayılı Kanun'un 303 üncü maddesinde belirtilen bir yıllık süre madde başlığında da belirtildiği gibi hak düşürücü süredir. Kural olarak; ananın dava hakkının çocuğun doğumundan başlayarak bir yıl geçmekle düşeceği hükme bağlanmışsa da, sözü edilen sürenin geçmesine davalı taraf bir takım hileli tutum ve davranışlarıyla sebep olmuş, bir yıl içinde dava açılmasını engellemişse, davanın süresinde açılmasını engellemeye yönelik ümit ve güven yaratan hileli olgular dava açılmasını engelleyen haklı sebep olarak kabul edilmelidir. Her şeyden önce davalının; evleneceğine dair vaatleri nedeniyle ananın dava açma süresini geçirmesine sebep olduğu veya bunun gibi çeşitli oyalama ve aldatıcı eylemleri ile davanın süresinde açılmasını imkânsız kılan hukuka aykırı eylemlerinin kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde ortaya konulduğu bu gibi durumlarda hak düşürücü sürenin dolduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi hukuken mümkün değildir. Zira 4721 sayılı Kanun'un 2/2 nci maddesi uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılması, hukuk düzenince korunmaz. Nitekim aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 12.12.1980 tarihli ve 1980/2-2518 Esas, 1980/2762 Karar; 28.03.2001 tarihli ve 2001/2-239 Esas, 2001/300 Karar sayılı kararlarında da yer verilmiştir.
9. Tüm bu anlatılanların ışığı altında dosyaya yansıyan olaylar bir bütün olarak değerlendirildiğinde; davalı erkek resmȋ olarak bir başka kadın ile evliyken tarafların gayri resmȋ şekilde birlikte yaşamaya başladıkları, bu birlikteliklerinden 24.07.2017 tarihinde küçük çocuğun dünyaya geldiği, dinlenen davacı ve davalı tanık beyanlarıyla sabit olduğu üzere tarafların çocuğun doğumu öncesi ve sonrasını kapsar şekilde uzun süre birlikte yaşadıkları, bu süre zarfında davalı erkeğin "eşinden boşanarak davalı kadın ile evleneceğine" dair beyanlarda bulunduğu, resmȋ nikahlı eşinin hasta olması nedeniyle "boşanma, davacı ile evlenme veya çocuğun tanınması" konularında davacıdan beklemesini istediği, biyolojik babası olduğunu bildiği küçük çocuğu "tanıma" yoluyla nüfusuna kaydettirmeme sebebini de "zaten evlendiklerinde bir sorun kalmayacağı" yönündeki telkinlerle ertelediği, çocuğun doğumundan sonra da birlikte yaşamaya devam eden taraflar arasında çıkan kavgalar nedeniyle evi terk eden kadının davalı tarafından yeniden ortak eve getirildiği, evin ve çocuğun masraflarının davalı erkek tarafından karşılandığı, erkeğin kendi arkadaşları vasıtasıyla kadına maddi yardımda bulunduğu, davacı kadının evlenme vaadi nedeniyle davalıyı beklediği ancak davalının "resmi nikahlı eşini ve ailesini" bahane ederek verdiği sözleri yerine getirmekten vazgeçtiği anlaşılmaktadır. Gerçekten de; eşinin hastalığı nedeniyle ondan boşanamayacağını beyan ederek davacı ile gayri resmi birliktelik yaşayan, bu birliktelikten dünyaya gelen çocuğun babası olduğunu kabul eden, nüfusa kayıt işlemleri gündeme geldiğinde ise eşinden boşanacağını söyleyen, evlendikleri zaman çocuğun nüfusu ile ilgili bir sorunun kalmayacağını beyan eden erkeğin bu aldatıcı davranışları ile aleyhine babalık davasının açılmasını engellediği hususu şüphesizdir.
10. Toplanan delillerle; tarafların ortak çocuğun doğumundan önce ve sonra birlikteliklerini bir aile oluşumu içinde sürdürdükleri, resmȋ evliliğin gerçekleşeceği yönünde davalının davacıda güven duygusu yarattığı ve onu oyaladığı kanıtlanmıştır. Bu durumda davanın süresinde açılmadığından bahsedilmesi mümkün değildir. O hâlde Bölge Adliye Mahkemesince yapılacak iş, eldeki babalık davasının 4721 sayılı Kanun'un 303 üncü maddesinin son fıkrası uyarınca süresinde açıldığının kabulü ile işin esası hakkında bir karar vermekten ibarettir.
11. Öyle ise direnme kararının, açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulması gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeple;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
29.05.2024 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.