Diğer yandan; bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.
Hukuk Genel Kurulu 2022/865 E. , 2024/293 K.
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2021/1119 E., 2021/1166 K.
KARAR : Davanın kabulüne
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 16.03.2021 tarihli ve
2018/2742 Esas, 2021/1482 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince asıl ve birleştirilen davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
ASIL DAVA
I. DAVA
1. Davacılar vekili asıl dava dilekçesinde; boşanmış ve çocuksuz olarak ölen mirasbırakanları ...’ın maliki olduğu 3525, 435 ada 328, 418 ada 40 parsel sayılı taşınmazlar ile 8271 ada 13 parsel sayılı taşınmazda bulunan 1, 2 ve 6 No.lu bağımsız bölümleri mirastan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle davalıya temlik ettiğini, mirasbırakanın hukuki işlem ehliyeti bulunmadığını, mirasbırakan henüz sağ iken davalının 1 ve 6 No.lu bağımsız bölümleri üçüncü kişiye sattığını ileri sürerek Bornova’da bulunan asıl dava konusu 435 ada 328 parsel sayılı taşınmaz ile 8271 ada 13 parselde bulunan 2 No.lu bağımsız bölümün davalı adına olan tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tescilini, olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin mirasçı olmadığını, mirasbırakanla geçerli şekilde yapılan ölünceye kadar bakma sözleşmesi uyarınca bakım görevini yerine getirdiğini, saklı paylı mirasçı olmayan davacıların tenkis isteklerinin dinlenemeyeceğini, mirasbırakanın mal kaçırma iradesiyle hareket etse idi bağış yoluyla temliki yapabileceğini, zira bu durumda davacıların böyle bir dava açma hakları olmayacağını, ancak hasta ve yaşlı olan mirasbırakanın asıl amacının bakılmak olduğunu, mirasbırakanın fiil ehliyeti bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
BİRLEŞTİRİLEN DAVA
I. DAVA
Davacılar vekili dava dilekçesinde; asıl davada ileri sürülen nedenlerle Urla’da bulunan birleştirilen dava konusu 3525 parsel ile 418 ada 40 parsel sayılı taşınmazların davalı adına olan tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tescilini, olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; asıl dava dilekçesine cevap dilekçesinde belirtilen nedenlerle davanın reddini savunmuştur.
II. İLK DERECE MAHKEMESİNİN BİRİNCİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 11.10.2016 tarihli ve 2013/357 Esas, 2016/358 Karar sayılı kararıyla; sözleşme tarihinde fiil ehliyetini haiz olduğunun Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu raporuyla anlaşıldığı, ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle yapılan temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olmadığı, saklı paylı mirasçı olmayan davacıların tenkis de isteyemeyecekleri gerekçeleriyle asıl ve birleştirilen davanın reddine karar verilmiştir.
III. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
1. Bölge Adliye Mahkemesinin 25.01.2017 tarihli ve 2017/56 Esas, 2017/56 Karar sayılı kararıyla; Sağlık Kurulundan alınan rapor ile Adli Tıp İhtisas Kurulundan alınan rapor arasındaki görüşlerde, varsa çelişkilerin giderilmesi için Adli Tıp Genel Kurulundan rapor alınması gerektiği gerekçesiyle istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesince verilen karar kaldırılarak yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
2. İlk Derece Mahkemesinin 24.10.2017 tarihli ve 2017/57 Esas, 2017/305 Karar sayılı kararıyla; mirasbırakanın sözleşme tarihinde fiil ehliyetini haiz olduğunun Adli Tıp Kurumu Genel Kurul raporuyla da anlaşıldığı, ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle davalıya yapılan temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olmadığı, saklı paylı mirasçı olmayan davacıların tenkis de isteyemeyecekleri gerekçeleriyle asıl ve birleştirilen davanın reddine karar verilmiştir.
3. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
4. Bölge Adliye Mahkemesinin 02.03.2018 tarihli ve 2018/140 Esas, 2018/333 Karar sayılı kararıyla; murisin bakım ihtiyaçlarının murisin sağlığında muristen alınan vekâletname ile avukat olan davalı tarafından bir kaç taşınmazının satılması suretiyle karşılanması bir yana oldukça değerli taşınmazların ve dolayısıyla murisin tüm mal varlığının ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile davalıya temlik edildiğinin anlaşıldığı, murisin daha azı ile bu bakımı gerçekleştirebileceği olgusu, devrin bakım borcunun karşılığını aşar miktarda ve hayatın olağan akışına aykırı oluşu ve yine (davalı tarafından da iddia edilen) muris ile davacıların arasının iyi olmadığı hususu göz önüne alındığında murisin gerçek amacının mirasçılardan mal kaçırmak olduğu, muvazaalı olarak ölünceye kadar bakım sözleşmesi ile devirlerin yapıldığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun kabulü ile yeniden hüküm kurulmak suretiyle; asıl ve birleşen davanın kabulü ile asıl davada; 435 ada 328 parsel sayılı 154m2 yüzölçümlü arsa vasfındaki taşınmazın, 8271 ada 13 parsel 192m2 yüzölçümlü arsa vasfındaki taşınmazda bulunan mesken nitelikli 2 No.lu bağımsız bölümün; birleşen davada 418 ada 40 parselde kayıtlı 6271m2 yüzölçümlü zeytin eşçarlı tarla vasfındaki taşınmazın, 3525 parsel sayılı 260m2 yüzölçümlü arsa vasfındaki taşınmazın davalı adına olan tapu kayıtlarının veraset ilâmındaki miras payları oranında iptali ile, davacılar adına tapuya tesciline oy çokluğuyla karar verilmiştir.
IV. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"...Dosya içeriği ve toplanan delillerden, 1933 doğumlu mirasbırakan ...’ın 18.09.2012 tarihinde dul ve çocuksuz olarak ölümü üzerine davacı kardeşleri ..., ... ile ...’ten olma davacı yeğenleri ..., ..., ... ve ...’dan olma davacı yeğenleri ..., ... ve ... ile ...’den olma dava dışı yeğenleri ..., ... ve ...’nin mirasçı kaldıkları, Manisa 2. Noterliğinin 16.09.2009 tarih 16405 yevmiye no’lu ölünceye kadar bakma sözleşmesine göre, mirasbırakanın, asıl davada dava konusu olan ve Bornova’da bulunan 435 ada 328 parsel sayılı taşınmaz ile 8271 ada 13 parsel sayılı taşınmazda bulunan 2 no’lu bağımsız bölümü, yine aynı ada parselde bulunan dava dışı 1 ve 6 no’lu bağımsız bölümleri; birleştirilen davada dava konusu olan ve Urla’da bulunan 418 ada 40 ve 3525 parsel sayılı taşınmazları ölünceye kadar kendisine bakması karşılığında mirasçısı olmayan davalıya temlik ettiği, davalının da anılan sözleşmeye istinaden 18.09.2009 tarihinde dava konusu 435 ada 328 parsel sayılı taşınmaz ile 2 no’lu bağımsız bölümü ve 23.09.2009 tarihinde de dava konusu 418 ada 40 parsel ile 3525 parsel sayılı taşınmazları tapuda adına tescil ettirdiği, Adli Tıp Kurumu raporlarına göre, mirasbırakanın 16.09.2009 sözleşme tarihinde fiil ehliyetini haiz olduğunun tespit edildiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunun 706., Türk Borçlar Kanunun 237. (Borçlar Kanunun 213.) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Bilindiği üzere; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) 611. maddesine göre, ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir akittir. (818 s. Borçlar Kanununun (BK) m. 511). Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer. (TBK m. 614 (BK) m. 514).
Diğer yandan; bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.
Kural olarak, bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikin de muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır. (TBK m. 19 (BK m. 18). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 01.04.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur.
Mirasbırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi için de, sözleşme tarihinde mirasbırakanın yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.
Somut olaya gelince, mirasbırakanın sözleşme tarihinde fiil ehliyetini haiz olduğunun Adli Tıp Kurumu raporlarıyla sabit olduğu, saklı paylı mirasçısı bulunmayan mirasbırakanın bir kısım mirasçı kardeşi ve yeğenleri tarafından eldeki davanın açıldığı, toplanan deliller, tanık beyanları ve mirasbırakanın kısıtlanması için açılan vesayet davasında mirasbırakanın alınan beyanları hep birlikte değerlendirildiğinde, 76 yaşında, tekerlekli sandalyeye mahkum olarak ve tek başına yaşayan mirasbırakanın sözleşme tarihinden önce de kendisiyle ilgilenen davalıyla bakım sözleşmesi yapmakta haklı ve makul nedeninin bulunduğu, sözleşme tarihinden sonra mirasbırakan ile bakım borçlusu davalının aynı evde yaşadıkları, mirasbırakanın içinde bulunduğu koşullar nazara alındığında bakım ihtiyacı içinde olduğunun ve davalı tarafından bakım görevinin yerine getirildiğinin tartışmasız olduğu, mirasbırakanın mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla hareket etmiş olsa idi, çekişmeli taşınmazları bağış yoluyla ya da ölüme bağlı tasarrufla davalıya temlik edebileceği, bu durumda saklı paylı mirasçı olmayan davacıların muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak eldeki davayı açamayacakları, ne var ki; mirasbırakanın ivazlı sözleşmelerden olan ölünceye kadar bakma sözleşmesi yapmayı tercih ettiği, davacılarla ve dava dışı akrabaları ile iletişimi olmayan mirasbırakanın davalıyı ise kızı gibi gördüğü, davalıyla sözleşme yapmaktaki amacı bakılmak olan mirasbırakanın, mal kaçırmak iradesiyle hareket ettiğinden söz edilemeyeceği, çekişmeli taşınmazların davalıya temlikinin muvazaalı olmadığı sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca, asıl ve birleştirilen davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir..." gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki karar gerekçesi genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Asıl ve birleştirilen davada davalı vekili; direnme kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu, davalının mirasbırakanın ne evladı, ne yeğeni, ne de akrabası olduğunu, mirasbırakanın bakım ihtiyacının bulunduğunun da dosyada sabit olduğunu, davacıların hiçbirisinin saklı payı, mahfuz hissesinin olmadığını, muris ...'ın mallarının tamamını bağışlama hakkına sahip olduğunu, davalının mirasbırakanın bakımını üstlendiğini, mirasbırakanın da bakılma koşulu ile dava konusu taşınmazlarını davalıya devrettiğini, mirasbırakanın mirasçıları aldatmak için bir nedeninin bulunmadığını, temliklerin muvazaalı olmadığını belirterek, hükmün bozulmasını istemiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda miras bırakanın asıl davada 435 ada 328 parsel sayılı 154m2 yüzölçümlü arsa vasfındaki taşınmaz, 8271 ada 13 parsel 192m2 yüzölçümlü arsa vasfındaki taşınmazda bulunan mesken nitelikli 2 No.lu bağımsız bölüm; birleşen davada 418 ada 40 parselde kayıtlı 6271m2 yüzölçümlü zeytin eşçarlı tarla vasfındaki ve 3525 parsel sayılı 260m2 yüzölçümlü arsa vasfındaki taşınmaza ilişkin olarak davalıya ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle yaptığı temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça ispat edilip edilemediği noktasında toplanmaktadır
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun, TBK) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (818 sayılı Kanun, BK) 18 inci] maddesinin birinci fıkrası, 6098 sayılı Kanun'un 611 inci ve devamı maddeleri
2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas 1974/2 Karar sayılı kararı
2. Değerlendirme
1. Asıl ve birleştirilen dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir.
2. Türk Borçlar Kanunu'nun 19 uncu (BK md 18) maddesinin birinci fıkrası;
"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" şeklindedir.
3. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 819).
4. Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.
5. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
6. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
7. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve muris muvazaası olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.
8. İlgili hukuk kısmına yer verilen 6098 sayılı Kanun'un genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.
9. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
10. 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
11. Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda tam muvazaa özelliği de taşınmaktadır.
12. Ölünceye kadar bakma sözleşmesi ise 6098 sayılı Kanun'un 611 inci (BK'nın 511 inci) maddesinde düzenlenmiş ve bakım borçlusunun bakım alacaklısını ölünceye kadar bakıp gözetmeyi, bakım alacaklısının da bir mal varlığını veya bazı mal varlığı değerlerini ona devretme borcunu üstlendiği sözleşme şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere ölünceye kadar bakma sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir sözleşmedir. Diğer bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da almış olduğu malların değerine ve bakım alacaklısının daha önce sahip olduğu sosyal durumuna göre hakkaniyetin gerektirdiği edimleri, bakım alacaklısına ifa etmekle yükümlüdür. Bakım borçlusu, bakım alacaklısına özellikle uygun gıda ve konut sağlamak, hastalığında gerekli özenle bakmak ve onu tedavi ettirmek zorundadır.
13. Diğer yandan ölünceye kadar bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.
14. Ne var ki, muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır. Bu nedenle bu tür uyuşmazlıkların çözümünde bakım borçlusuna yapılan temlikin gerçek yönünün, eş söyleyişle mirasbırakanın gerçek irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması önemlidir. Bunun için de miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul nedeninin bulunup bulunmadığı, bakım borçlusu ve diğer mirasçılarla ilişkileri, murisin yaşı, sağlık durumu, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
15. Muris muvazaasına dayalı bir davanın kabul ile sonuçlanabilmesi için mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
16. Bu tür davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, mirasbırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
17. Dava açan mirasçılar, mirasbırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, mirasbırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.
18. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında;1933 doğumlu mirasbırakan ... 18.09.2012 tarihinde dul ve çocuksuz olarak ölmüş, mirasçı olarak geriye davacı kardeşleri ..., ... ile ...’ten olma davacı yeğenleri ..., ..., ... ve ...’dan olma davacı yeğenleri ..., ... ve ... ile ...’den olma dava dışı yeğenleri ..., ... ve ... kalmıştır. Özetle eldeki dava saklı paylı mirasçısı bulunmayan mirasbırakanın bir kısım mirasçı kardeşi ve yeğenleri tarafından mirasçı olmayan davalıya yöneltilmiştir.
19. Dosya kapsamındaki bilgi ve belgeler ile celbedilen kayıtlardan, mirasbırakanın Manisa 2. Noterliğinin 16.09.2009 tarihli ve 16405 yevmiye numaralı ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle asıl davada dava konusu olan ve Bornova’da bulunan 435 ada 328 parsel sayılı taşınmaz ile 8271 ada 13 parsel sayılı taşınmazda bulunan 2 numaralı bağımsız bölümü, yine aynı ada parselde bulunan dava dışı 1 ve 6 numaralı bağımsız bölümleri; birleştirilen davada dava konusu olan ve Urla’da bulunan 418 ada 40 ve 3525 parsel sayılı taşınmazları ölünceye kadar kendisine bakması karşılığında mirasçısı olmayan davalıya temlik ettiği, davalının da anılan sözleşmeye istinaden 18.09.2009 tarihinde dava konusu 435 ada 328 parsel sayılı taşınmaz ile 2 numaralı bağımsız bölümü ve 23.09.2009 tarihinde de dava konusu 418 ada 40 parsel ile 3525 parsel sayılı taşınmazları tapuda adına tescil ettirdiği sabittir.
20. Adli Tıp Kurumu raporlarına göre, mirasbırakanın 16.09.2009 sözleşme tarihinde fiil ehliyetine sahip olduğu uyuşmazlık dışıdır. İzmir 4. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2009/1601 Esas sayılı dosyasının incelenmesinde; davacısının ..., kısıtlı adayının ise mirasbırakan ... olduğu, davacı tarafından dayısı ...'ın yaşlılığı nedeniyle kendi işlerini takip edemez durumda olduğundan kısıtlanması ve kendisinin vasi tayin edilmesini talep ettiği, mirasbırakanın mahkemeye sunduğu dilekçe ile; eşinin ölümünden sonra zor günler yaşadığını ve hastalandığını, daha sonra yaptığı evlilikte de eşinin kendisine kötü davrandığını, bu nedenle çok kısa bir süre sonra ikinci eşinden de boşandığını, akrabaları ile ilişkilerinin hiçbir zaman iyi olmadığını, hastalık sürecinde de kendisiyle ilgilenmediklerini ve arayıp sormadıklarını, davalıyı (işbu davanın davalısı) on seneden beri tanıdığını, ailesini bildiğini, zamanla ilişkilerinin baba-kız ilişkisi kadar yakın boyuta vardığını, davalının hastalığının tüm evrelerinde kendisiyle yakından ilgilendiğini, ölünceye kadar bakma sözleşmesinden önce de davalı ile aynı evde kaldıklarını, vasi tayinine ihtiyacı olmadığını belirtmiştir. Vasi tayini talebi bakım ihtiyaçlarının karşılandığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Dosya kapsamından murisin davalıya duyduğu güven, sevgi, şefkat, yaşı ve sosyal statüsü, iki kez evlenmiş, bir kez boşanmış ve çocuksuz bir kişi olarak davalıyla arasında özel bir bağ kurulduğu, davalıyı manevi kızı gibi benimsediği, davalının da kendisiyle işini iyi yapan herhangi bir bakıcı gibi değil, kızı gibi baktığı duygusuna haiz olduğu dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Davalı ile murisin sözleşme tarihinden önce birlikte yaşadıkları, bakımının da davalı tarafından karşılandığı hususu dosya kapsamında bulunan davacı tanıklarının beyanlarıyla da doğrulanmıştır.
21. Davacı vekilinin dilekçesinde bahsedildiği, bir kısım davacı tanıklarınca da doğrulandığı ve Adli Tıp Kurumu ve diğer sağlık raporlarında belirtildiği üzere mirasbırakanın sözleşmenin yapıldığı tarihte yetmiş altı yaşında ve yüz kilo ağırlığında olduğu, fiziksel durumu ve rahatsızlıkları nedeniyle kendi ihtiyaçlarını karşılayamadığı, kilosu ve rahatsızlığından ötürü ihtiyaçlarının kimi zaman üç dört kişi tarafından ancak sağlanabildiği, yemeklerinin en az bir buçuk iki saatte yedirilebildiği, özetle bu nevi hastalıkları olan yaşlı bir kişiye karşı bakım ihtiyacının yerine getirilmesi için diğerlerine oranla çok daha fazla efor ve güç sarfedilmesi gerektiği, dolayısıyla yetmiş altı yaşında, tekerlekli sandalyeye mahkum olarak ve tek başına yaşayan mirasbırakanın sözleşme tarihinden önce de kendisiyle ilgilenen davalıyla bakım sözleşmesi yapmakta haklı ve makul nedeninin bulunduğu hususu tartışmasızdır. Murisin ivazlı bir sözleşme olan ölünceye kadar bakma sözleşmesi yapmayı tercih ettiği, söz konusu temlikte mirasçıdan mal kaçırma iradesinin değil bakımını sağlama iradesini üstün tuttuğu, davalının da bakım borcunu yerine getirdiği, mirasbırakanın içinde bulunduğu özel durum, bakım ihtiyacının ağırlığı ve devredilen taşınmazların niteliği gözetildiğinde; tüm taşınmazların devredilmiş olması sebebiyle makul sınırın aşıldığından da söz edilemeyeceği sonucuna varıldığından asıl ve birleştirilen davanın reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
22. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; mirasbırakanın dava konusu edilmeyen başka taşınmazlarının devrinden sonra kalan tüm taşınmazlarını da davalıya devrettiği, daha azı ile bakımın sağlaması mümkün iken tüm malvarlığını devretmek suretiyle makul karşılanabilecek sınırın aşıldığı ve davalılar ile mirasbırakanın akrabalık ilişkilerinin de iyi olmadığı gözetildiğinde temliklerin muvazaalı olduğu sonucuna varıldığından davanın kabulüne dair kararın onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
23. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
29.05.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.