İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: Davacının 2013, 2014 ve 2015 yılları için 6736 sayılı Kanun, 2016 ve 2017 yılları için ise 7143 sayılı Kanun kapsamında katma değer vergisi artırımı yaptığı, söz konusu kanun hükümlerine göre mükelleflerin artırım üzerinde ortaya çıkan vergiyi ödemeyi kabul ettikleri yıllara ait vergilendirme dönemleri ile ilgili olarak katma değer vergisi incelemesi ve tarhiyatı yapılamayacağı, 6736 ve 7143 sayılı Kanun hükümlerinin, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu kapsamına giren ve beyana dayanan vergilerde belli tarihlere kadar verilmesi gereken beyannamelere ilişkin vergi ve bunlara bağlı vergi cezaları, gecikme faizleri, gecikme zamları hakkında uygulanacağının hüküm altına alındığı, 213 sayılı Kanun kapsamına girdiği hususunda şüphe bulunmayan (2) nolu katma değer vergisi beyannamelerinin 6736 ve 7143 sayılı Kanun kapsamı dışında olduğuna yönelik herhangi bir hüküm yer almadığı gibi matrah ve/veya vergi artırımından yararlanılamayacak haller arasında (2) nolu katma değer vergisi beyannameleri sayılmadığından, davacının ilgili dönemlerde katma değer vergisi artırımında bulunduğuna yönelik taraflar arasında ihtilaf bulunmayan olayda, söz konusu dönemler için vergi incelemesi ve tarhiyat yapılamayacağı açık olduğundan dava konusu vergi ve cezalarda hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle kaldırılmıştır.
Danıştay 3. Daire Başkanlığı 2023/4562 E. , 2023/3853 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No : 2023/4562
Karar No : 2023/3853
TEMYİZ EDEN (DAVALI) : ... Vergi Dairesi Müdürlüğü/...
VEKİLİ : Av. ...
KARŞI TARAF (DAVACI) : ... Petrol Taşımacılık Otomotiv Araç Kiralama Hizmetleri Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi
VEKİLİ : Av. ...
İSTEMİN KONUSU : ... Vergi Mahkemesinin ... tarih ve E:... , K:... sayılı kararına yöneltilen istinaf başvurusuna ilişkin ... Bölge İdare Mahkemesi ... Vergi Dava Dairesinin ... tarih ve E:... , K:... sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: Davacı şirket adına, katma değer vergisi mükellefi olmayan kişilerden almış olduğu kiralama hizmeti bedeli üzerinden sorumlu sıfatıyla katma değer vergisi tevkifatı yapmadığı yolundaki tespitleri içeren vergi tekniği raporunun esas alındığı vergi inceleme raporlarına dayanılarak 2013 yılının Ocak ila Mart ve Mayıs ila Aralık dönemleri, 2014 ve 2015 yıllarının tüm dönemleri, 2016 yılının Ocak ila Eylül, Kasım ve Aralık dönemleri, 2017 yılının Ocak ila Mart, Mayıs ila Temmuz, Eylül, Kasım ve Aralık dönemleri için re'sen salınan katma değer vergisi ve 2013 yılının Ocak ila Mart ve Mayıs ila Aralık dönemleri, 2014 yılının Ocak ila Eylül dönemleri için bir kat, diğer dönemler için tekerrür hükümleri gereğince artırılarak kesilen bir kat vergi ziyaı cezası ile 2013 ila 2017 yılları için 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 353. maddesinin 1. bendi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezasının kaldırılması istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: Davacının 2013, 2014 ve 2015 yılları için 6736 sayılı Kanun, 2016 ve 2017 yılları için ise 7143 sayılı Kanun kapsamında katma değer vergisi artırımı yaptığı, söz konusu kanun hükümlerine göre mükelleflerin artırım üzerinde ortaya çıkan vergiyi ödemeyi kabul ettikleri yıllara ait vergilendirme dönemleri ile ilgili olarak katma değer vergisi incelemesi ve tarhiyatı yapılamayacağı, 6736 ve 7143 sayılı Kanun hükümlerinin, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu kapsamına giren ve beyana dayanan vergilerde belli tarihlere kadar verilmesi gereken beyannamelere ilişkin vergi ve bunlara bağlı vergi cezaları, gecikme faizleri, gecikme zamları hakkında uygulanacağının hüküm altına alındığı, 213 sayılı Kanun kapsamına girdiği hususunda şüphe bulunmayan (2) nolu katma değer vergisi beyannamelerinin 6736 ve 7143 sayılı Kanun kapsamı dışında olduğuna yönelik herhangi bir hüküm yer almadığı gibi matrah ve/veya vergi artırımından yararlanılamayacak haller arasında (2) nolu katma değer vergisi beyannameleri sayılmadığından, davacının ilgili dönemlerde katma değer vergisi artırımında bulunduğuna yönelik taraflar arasında ihtilaf bulunmayan olayda, söz konusu dönemler için vergi incelemesi ve tarhiyat yapılamayacağı açık olduğundan dava konusu vergi ve cezalarda hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle kaldırılmıştır.
Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti: İstinaf başvurusunun, usul ve hukuka uygun olduğu sonucuna varılan Vergi Mahkemesi kararının kaldırılmasını sağlayacak nitelikte görülmediği gerekçesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 45. maddesinin 3. fıkrası uyarınca reddine karar verilmiştir.
TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : 6736 ve 7143 sayılı Kanunlar Genel Tebliğlerine göre (2) nolu katma değer vergisi beyannameleri için vergi artırımı hükümlerinden yararlanılmasının mümkün olmadığı, davacının katma değer vergisi mükellefi olmayan kişilerden almış olduğu kiralama hizmeti bedeli üzerinden sorumlu sıfatıyla katma değer vergisi tevkifatı yapmadığı ve bu alımlarına yönelik fatura ve benzeri vesika almadığı ileri sürülerek kararın bozulması istenilmektedir.
KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Savunma verilmemiştir.
DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ ... 'IN DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Üçüncü Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Bölge idare mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Temyiz isteminin reddine,
2. Temyize konu Vergi Dava Dairesi kararının ONANMASINA,
3. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 50. maddesi uyarınca, kararın taraflara tebliğini ve bir örneğinin de ilgili Vergi Dava Dairesine gönderilmesini teminen dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine, 17/10/2023 tarihinde oyçokluğuyla kesin olarak karar verildi.
(X)-KARŞI OY :
Bakılmakta olan davada, tarhiyata esas alınan Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinin, "Mükellef ve Vergi Sorumlusu" başlıklı I-C bölümünün dayandığı ve uygulanacak yasa kuralı olan 3095 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun Vergi Sorumlusu başlıklı 9’uncu maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde;
“Mükellefin Türkiye içinde ikametgâhının, işyerinin, kanunî merkezi ve iş merkezinin bulunmaması hallerinde ve gerekli görülen diğer hallerde Maliye Bakanlığı, vergi alacağının emniyet altına alınması amacıyla, vergiye tabi işlemlere taraf olanları verginin ödenmesinden sorumlu tutabilir.” denilmiştir.
Katma değer vergisinin konusuna, yurt içinde yapılan mal teslimi, hizmet ifası ve her türlü mal ve hizmet ithali ile Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 1’inci maddesinde sayılan teslim ve hizmetler girmekte olup; KDV’nin işlem üzerinden alınan bir vergi olması nedeniyle, Katma Değer Vergisi Kanunu’nda işlemi gerçekleştirenler de bu verginin mükellefi olarak belirlenmiştir.
KDV uygulamasında vergi sorumlusunu düzenleyen 9'uncu maddenin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde, vergi alacağının emniyet altına alınması amacıyla, Hazine ve Maliye Bakanlığı'na vergiye tabi işlemlere taraf olanları verginin ödenmesinden sorumlu tutabilme konusunda yetki verilmiştir. Verilen yetkinin iki yönü vardır; Bakanlık, (1) Mükellefin ikametgâhı, işyeri, kanuni merkezi ve iş merkezi Türkiye’de bulunmayanlar için verginin ödenmesinden işleme taraf olanları sorumlu tutabilecektir. (2) Bunların dışında gerekli gördüğü diğer hallerde de verginin ödenmesinden işleme taraf olanları verginin ödenmesinden sorumlu tutabilecektir.
Devletin, kamusal gereksinimlerin karşılanması için egemenlik gücüne dayanarak tek taraflı iradesiyle kişilere yüklediği kamu alacağı biçiminde tanımlanan verginin, anayasal sınırlar içinde salınıp toplanması zorunluluğu açıktır. Verginin niteliklerini oluşturan yasal düzenlemelerde Anayasa'nın bu konudaki ilkelerinin özenle göz önünde tutulması gerekir. Devletin vergilendirme yetkisi, Anayasa'nın 73’üncü maddesinde yer alan verginin; kanuniliği, mali güce göre ödenmesi, genelliği, vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı ilkeleri yanında Anayasa'nın genel ilkeleri ile de sınırlandırılmıştır (AYM, 15/07/2004, E/2003/33, K.2004/101).
Verginin kanuniliği ilkesi, hukuk güvenliğinin en önemli dayanağıdır. Anayasa'nın 73’üncü maddesinin üçüncü fıkrasında, "Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır." denilerek verginin kanuniliği ilkesi belirtilmiştir. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunla konulmasını öngören 73. madde, “malî yükümlülüğün yalnızca yasa ile konulabileceği ve yasanın hiçbir şekilde bu konuda yürütme organını ve idareyi yetkili kılamayacağı anlamındadır” (AYM, 30/12/2015, E.2014/183, K.2015/122).
Verginin kanuniliği ilkesi, “takdire dayalı keyfi uygulamaları önleyecek sınırlamaların yasada yer almasını gerektirmekte ve vergi yükümlülüğüne ilişkin düzenlemelerin konulması, değiştirilmesi veya kaldırılmasının yasa ile yapılmasını zorunlu kılmaktadır” (AYM, 15/07/2004, E.2003/33, K.2004/101). Bu nedenle, “vergilendirmede, vergiyi doğuran olayın ve vergilerin matrah ve oranlarının, yukarı ve aşağı sınırlarının, tarh ve tahakkuklarının, tahsil usullerinin, yaptırımlarının ve zamanaşımı gibi belli başlı temel ögelerinin kanunlarla belirlenmesi gerekir. Ancak, kanun ile her konuyu bütün kapsam ve ayrıntılarıyla düzenlemenin olanaklı bulunmadığı durumlarda çerçevesi çizilerek bu sınırlar içinde kalmak koşuluyla uygulamaya ilişkin konularda yürütme organına açıklayıcı ve tamamlayıcı nitelikte düzenleyici idari işlem yapma yetkisi verilebilir” (AYM, 30/12/2015, E.2014/183, K.2015/122).
Diğer yandan, Anayasa'nın 73’üncü maddesinin dördüncü fıkrasına göre, “Bakanlar Kurulu (‘Cumhurbaşkanı’), kanunun belirttiği alt ve üst sınırlar içinde değişiklik yapabilecek, ancak bu sınırları aşacak biçimde herhangi bir düzenleme getiremeyecektir. Bakanlar Kuruluna verilebileceği belirtilen bu yetki istisnai bir yetkidir. Vergilendirmede esas kural, vergilerin kanunla konulup, kaldırılması ve değiştirilmesidir. Dolayısıyla, bu konularda yukarı ve aşağı sınırları belirleme yetkisi kanun koyucuya aittir. Bu sınırlar içinde değişiklik yapma yetkisi ise kanunun öngörmesi koşuluyla Bakanlar Kuruluna verilebilir” (AYM, 30/12/2015, E.2014/183, K.2015/122).
Çerçevesi Anayasa ile belirlenmiş olan bu yetki, “‘koşullu ve sınırlı bir yetki’dir. Verginin yasallığı ilkesinin zedelenmesine yol açacak ve yasama yetkisinin yürütme organına devri sonucunu doğuracak şekilde yürütme organına sınırsız bir yetki verilmesi kabul edilemez”(AYM, 29/01/2014, E.2013/66, K.2014/19). “Anayasa ile Bakanlar Kurulu'na verilen bu yetkinin yürütmenin başka bir organına verilmesi mümkün değildir.” (AYM, 15/07/2004, E.2003/33, K.2004/101).
Vergi, bir ödev olmasından öte, temel hak ve özgürlüklerin konusudur. Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında belirtildiği gibi, “vergi düzenlemeleri hemen hemen tüm hak ve özgürlükleri ilgilendirip etkileyen yasama işlemleridir.” (AYM, 07/11/1989, E.1989/6, K.1989/42,) “Devletin vergilendirme yetkisinin sınırı, aynı zamanda kişilerin hak ve özgürlüklerinin de sınırını oluşturduğundan, bu yetkinin keyfiliğe kaçacak biçimde kullanılmasının önlenmesi, hukuk devleti olmanın gerekleri arasında öncelikli bir yere sahip bulunmaktadır. Vergilendirme alanında olası keyfi uygulamalara karşı düşünülen ilk önlem, kuşkusuz yasallık ilkesidir. Ancak vergilerin yasayla getirilmesi, yalnız başına vergilendirme yetkisinin keyfi kullanılarak adaletsiz sonuçlar doğurmasını engelleyemeyeceğinden, yasallık ilkesi yanında… idare ve kişiler yönünden duraksamaya yol açmayacak belirlilik içermesi, … öngörülebilir olması ve hukuk güvenliği ilkesine de uygunluğunun sağlanması gerekir.
Anayasa koyucunun, her çeşit mali yükümlerin yasayla konulması, değiştirilmesi ve kaldırılmasını buyururken, keyfi, takdiri ve sınırsız ölçülere dayalı uygulamaları önleyecek ilkelerin yasada yer alması amacını güttüğünde kuşku yoktur… Anayasa'nın eşit önemde bulunan konulardan bir kısmı için yasa hükmünü zorunlu sayarken diğerleri için zorunlu saymamış olması düşünülemez. Bu bakımdan yükümlüklerin, belli başlı unsurları da açıklanarak ve temel hukuki çerçeveleri kesin çizgilerle belirtilerek yasayla düzenlenmeleri, vergi unsurlarının açık bir şekilde yasada yer alması ve uygulayanların anlayışına ve yorumuna bırakılmaması zorunludur” (AYM, 17/11/2011, E.2010/11, K.2011/153).
Vergi hukukunda, Devletin vergi alacağının doğması için, vergiyi doğuran olayın gerçekleşmesi gerekmektedir. Vergiyi doğuran olay Vergi Usul Kanunu'nun 19’uncu maddesinde, "Vergi alacağı, vergi kanunlarının vergiyi bağladıkları olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülü ile doğar. Vergi alacağı mükellef bakımından vergi borcunu teşkil eder." biçiminde tanımlanmıştır. Vergiyi doğuran olay, vergi yükümlüsünü (mükellefini) belirler. Vergiyi doğuran olay kendi kişiliğinde gerçekleşen ve malvarlığından vergi borcunu ödemek zorunda olan kişi, verginin yükümlüsüdür. Vergi Usul Kanunu'nun 8’inci maddesinde "Mükellef", "vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu terettüb eden gerçek veya tüzel kişi" olarak tanımlanmıştır. "Vergi sorumlusu" ise "verginin ödenmesi bakımından, alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişi" olarak tanımlandıktan sonra, maddenin dördüncü fıkrasında da, bu Kanunun sonraki maddelerinde geçen “mükellef” tabirinin vergi sorumlularına da şamil olduğu belirtilmiştir. Vergi yükümlüleri, vergilendirme ile ilgili ödevlerini kendi vergi borcu için yerine getirmekte iken vergi sorumluları, başkasının vergi borcu için bu görevleri kanunlar gereği yerine getirmektedirler.
Vergi hukukunda amme alacağının tahsili için kimi yasa kuralları ile çeşitli sorumluluklar getirilmiştir. Vergilerin zamanında ödenmesini ve kamu alacağının güvence altına alınmasını sağlamaya yönelik bir kurum olan "vergi sorumluluğu", vergi türünün özelliği de gözetilerek değişik kanunlarda farklı şekillerde öngörülmüştür. Vergi sorumluluğu, yaygın biçimde, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanunu’nda olduğu gibi “verginin kaynağında kesilmesi” amacına yönelik olarak düzenlenmiştir. Burada verginin asıl borçlusu mükellef olmakla beraber, vergi sorumlusu mükellefin adına ve onun ekonomik değerleri üzerinden vergiyi keserek vergi dairesine ödeme yapar. Dolayısıyla; vergi sorumlusu, vergi kesen veya kanuni temsilci veya mirasçı konumunda olsun, verginin ödenmesinde muhatap kılındığı ve vergiyi ödemek zorunda bırakıldığında vergi idaresi karşısında amme borçlusu konumunda olmaktadır (6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun, 3’üncü madde).
Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 9’uncu maddesi kapsamında getirilen sorumluluk da KDV yönünden tevkifat uygulamasıdır. Teslim veya hizmet bedeli üzerinden hesaplanan verginin, teslim veya hizmeti yapanlar tarafından değil, bu işlemlere muhatap olanlar tarafından kısmen veya tamamen vergi sorumlusu sıfatıyla beyan edilip ödenmesidir.
Yasa kuralındaki vergiye tabi işlemlere taraf olanlar, kendine mal teslim edilen veya hizmet ifa edilen kişi ve kurumlardır. Yani; alıcılardır. Kurala göre; Bakanlık tarafından vergi tevkifatı kapsamına alınan mal teslimleri ve hizmet ifalarında işleme taraf olan alıcılar tarafından tevkifat yapılması zorunludur. Diğer bir anlatımla, bunlar verginin kesilip ödenmesinden ve bununla ilgili diğer ödevleri yerine getirmekten mükellef gibi sorumlu olacaklardır. Diğer bir anlatımla bu alıcılarca; vergiye tabi olup Bakanlığın belirleyeceği işlemler üzerinden yine Bakanlığın belirleyeceği oranda hesaplanan KDV kısmını/veya tümünü sorumlu sıfatıyla beyan edilip ödenecektir. Tevkifata tabi tutulmayan kısım ise satıcılar tarafından mükellef sıfatıyla beyan edilip (beyannamede ödenmesi gereken KDV çıkması halinde) ödenecektir.
Mükellefin Türkiye’de bulunmaması halinde işleme taraf olanı tevkifat yapmakla sorumlu tutabilecek olan Bakanlık, kuralda “...ve gerekli görülen diğer hallerde” ibaresi nedeniyle Kanunun belirlemediği sınırsız nedenlere dayalı olarak da tevkifat sorumluluğu getirebilecektir. Yasa kuralında, vergiye tabi işlemlerden tevkifata tabi tutulacakların neler olduğu açık olarak gösterilmemiş; yapılacak kesinti oranı konusunda da bir düzenleme yer almamıştır. Diğer bir deyişle tevkifat kapsamına giren işlemler (teslim/hizmet) belirsiz olduğu gibi tevkifat oranları da belirsizdir. Diğer yandan Bakanlık doğrudan vergiye tabi işlemlerden hangilerinin tevkifata tabi olduğunu belirlemeden kimi alıcıları (KDV mükellefi olsun olmasın) doğrudan tevkifat yapmakla da sorumlu tutabilecektir.
Bakanlığın, verginin ödenmesinden sorumlu tutabilme yetkisini hangi hallerde kullanabileceği konusunda Kanunda “Mükellefin Türkiye içinde ikametgâhının, işyerinin, kanunî merkezi ve iş merkezinin bulunmaması hallerinde…” şeklinde bir belirleme yapıldığından gerekli görülen diğer haller(de)in neler olduğunun kanun koyucu tarafından önceden tek tek belirlenmesi mümkün olmadığı ileri sürülebilir. Kanun koyucunun bu şekilde açık olarak saymasından sonra bu hallere benzer biçimde dayanılan nedenler de tevkifat sorumluluğu getirmesi de bu kapsamda değerlendirilebilir. Bu suretle de söz konusu yetkinin kullanımına yasayla belirli bir ölçüt getirilmiştir denilebilir. Dolayısıyla "…ve gerekli görülen diğer hallerde…" ibaresinin belirsiz olduğundan ve keyfi uygulamalara yol açacağından söz edilemeyeceği söylenebilir. Ancak burada başka sorun daha bulunmaktadır. KDV’ye tabi olan işlemlerden hangilerinin tevkifata tabi olacağı, hangi oranda tevkifata tabi olacağı veya hizmet ifası ve/veya mal teslimi konusunda ayrım yapılmaksızın (tüm vergiye tabi işlemlerde) hangi kişi ve/veya kurumların tevkifattan sorumlu tutulacağı konusunda Kanunda bir çerçeve çizilmemiştir. Yasayla bir ölçüt, kural olmadığından tevkifata tabi işlemler ve bunlara bağlı olarak tevkifat yapmakla sorumlu kişiler her an değiştirilebilir niteliktedir. Belirsizlik söz konusudur. Bu durum aynı zamanda hukuk güvenliği ve hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmaz. Vergiye tâbi işlemlere taraf olanları verginin ödenmesinden sorumlu tutabilme yetkisi, bu anlamda sınırsız bir yetkidir. Verginin yasallığı ilkesini zedeler niteliktedir. Nitekim vergi sorumlusuna ilişkin kimi kuralların Anayasa’ya aykırılık iddiasının incelendiği Anayasa Mahkemesi kararlarında da verginin yasallığı ilkesine aykırı bir yön bulunup bulunmadığı verginin yasallığı ilkesine uygun gerekli unsurların yasada yer alıp almamasına göre değerlendirilmiştir.
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 11’inci maddesine 24.3.1988 tarih ve 3418 sayılı Kanun’un 30’uncu maddesiyle eklenen "Maliye ve Gümrük Bakanlığı zirai ürünlerin (işlenmiş olanlar dahil) alım ve satımına aracılık eden kuruluşlar ile Ticaret Borsalarını bu mahsullerin satın alınması sırasında yapılacak vergi tevkifatından müteselsilen sorumlu tutmaya, söz konusu ürünlerin satışı dolayısıyla yapılacak vergi tevkifatının hangi safhada yapılacağını her bir ürün için ayrı ayrı belirlemeye yetkilidir. Maliye ve Gümrük Bakanlığı tarafından belirlenen safhadan önceki safhalarda tevkif yoluyla alınan vergiler iade edilmez ve süresinde ilgili vergi dairesine yatırılır." şeklindeki kuralın incelendiği kararda, “…Burada aracı kurumları ve Ticaret Borsaları'nı müteselsil sorumlu yapan Yasadır. Yasakoyucu tarafından yürütmeye bırakılan düzenleme alanı, vergilendirme ile ilgili temel kurallar olmayıp, yasaca belirlenen sorumluluğun uygulanmasına ait teknik düzenlemeler ve ayrıntılardır. Yasakoyucu belirli konularda gerekli temel kuralları koyup çerçeveyi çizer, uygun ve gerekli görürse bu kuralların uygulanması yolunda belirlenmiş alanlar bırakır. Bu alanlarda düzenleme yetkisine dayanarak idare kimi düzenlemeler yapabilir. İtiraz konusu fıkra ile Bakanlığa verilen düzenleme yetkisi, malî mükellefiyet tesis edecek bir yetki olmayıp, sınırlı ve vergi idaresinin uygulayacağı ikincil bir düzenleme alanıdır.” denilmiştir (AYM, 18/07/1994, E.1994/46, K.1994/57). 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 94’üncü maddesine, 12.6.2002 tarih ve 4761 sayılı Kanun'un 2’nci maddesiyle eklenen “Maliye Bakanlığı, vergiye tâbi işlemlere taraf veya aracı olanları verginin ödenmesinden sorumlu tutabilir." şeklindeki sekizinci fıkranın incelendiği diğer bir kararında ise; “… kuralla Maliye Bakanlığına verilen, vergiye tâbi işlemlere taraf veya aracı olanları verginin ödenmesinden sorumlu tutabilme yetkisi, sınırsız bir yetki olmayıp Kanun'un 94. maddesi kapsamında ele alınması gereken ve maddede belirtilen vergiye tabi işlemler yönünden geçerli olan bir yetkidir. Söz konusu yetkinin, maddede vergi sorumlusu olarak öngörülen kişi ve kuruluşlarda değişiklik yapılabilmesini mümkün kılmadığı, bu yetkinin Maliye Bakanlığına verilmesiyle mevcut vergi sorumlusu kişi ve kuruluşların kapsamı bakımından ortaya çıkabilecek belirsizliklerin giderilmesinin ve bu kapsamda bunlara ek olarak yeni vergi sorumlularının belirlenebilmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Gelir vergisinde vergi sorumluluğuna ilişkin temel düzenlemelere Kanun'un 94. maddesinde yer verildikten sonra, Maliye Bakanlığına bu çerçevede ve yukarıda belirtildiği üzere sınırlı ve istisnai nitelikte bir yetki verilmesi, verginin kanuniliği ilkesine aykırılık oluşturmamaktadır.” denilmek suretiyle kurallarda “Verginin yasallığı” ilkesine aykırı bir yön bulunmamıştır (AYM, 30/12/2015, E.2014/183, K.2015/122).
Anayasa Mahkemesi'nin kimi kararların da belirtildiği gibi, Anayasa’nın 73. maddesinde düzenlenen vergi ödevinin yerine getirilmesini sağlamak üzere vergi alacağının sorunsuz bir şekilde ve en kısa sürede tahsil edilebilmesi gerekir. Kamu alacağı niteliğindeki verginin tahsilinin güvenceye bağlanması ve tahsil imkânının artırılmasında kamu yararının bulunduğu açıktır (AYM, 24/03/2022, E.2021/129, K.2022/33). Ancak kanunla her konuyu bütün kapsam ve ayrıntılarıyla düzenlemenin mümkün olmadığı durumlarda çerçevesi çizilerek bu sınırlar içinde kalmak koşuluyla uygulamaya ilişkin konularda yürütme organına açıklayıcı ve tamamlayıcı nitelikte düzenleyici idari işlem yapma yetkisi verilebilir (AYM, 14/2/2018, E.2017/19, K.2018/11, § 51).
3065 sayılı Kanunun 9'uncu maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde Hazine ve Maliye Bakanlığı'na verilen yetkinin, yukarıda belirtildiği gibi, temel esasları kanunla düzenlenmiş ve yasayla belirlenen sorumluluğun uygulanmasına ilişkin teknik ve ayrıntıya ilişkin bir yetki olduğu söylenemeyeceğinden kuralın Anayasa'ya aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, bir davaya bakmakta olan mahkemenin, o davada uygulanacak bir kanun hükmünü Anayasa'ya aykırı görürse ilgili kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurabileceğini düzenleyen Anayasa'nın 152'nci ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 40'ıncı maddesinin birinci fıkrası gereğince, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 9’uncu maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin, Anayasa'nın 2., 7., ve 73. maddelerine aykırı olduğu kanısına ulaşılması nedeniyle bu kuralın iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurulması gerektiği görüşüyle karara katılmıyorum