Nitekim 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 177/1'inci maddesinde, tahkikat sonuçlanıncaya kadar ıslahın yapılabileceğini öngörüldüğü, bu sebeple Yargıtay'ın bozma kararı sonrasında tahkikat safhasına dönüleceğinden bozmadan sonra ıslah yapılabileceği, 6100 sayılı HMK’nın 177'nci maddesinin yanlış yorumlandığı, 1948 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararının 6100 sayılı HMK karşısında güncelliğini kaybettiği, bozma kararı sonrasında ıslah yapılıp yapılamayacağına dair Yargıtay hukuk daireleri arasında görüş aykırılığı bulunduğu ileri sürülerek içtihadın birleştirilmesi talep edilmiş ise de, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu 06.05.2016 tarihli ve 2015/1 E.- 2016/1 K. sayılı kararında 04.02.1948 tarihli ve 1944/10 Esas, 1948/3 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına benzer gerekçelerle “Bozma kararı sonrası ıslah yapılamayacağı ve İçtihadı Birleştirme Kararının değiştirilmesinin gerekmediğine” karar verilmiştir.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas Numarası: 2016/277
Karar Numarası: 2019/997
Karar Tarihi: 08.10.2019
Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gebze 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 17.04.2014 tarihli ve 2013/690 E., 2014/341 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 10.09.2014 tarihli ve 2014/17336 E., 2014/23505 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı vekili, müvekkilinin 03.05.2010-04.10.2010 tarihleri arasında tır şoförü olarak çalıştığını, en son net ücretinin 1.250,00 TL olduğunu, fazla mesai yapmasına rağmen fazla mesailerinin ödenmediğini, ücretinin Sosyal Güvenlik Kurumuna asgari ücret olarak bildirildiğini, maaşlarının onbeş gün geç yatırıldığını, bu durumların işverene bildirildiğinde davacının iş sözleşmesinin haksız olarak sonlandırıldığını belirterek ihbar tazminatı, fazla mesai alacağı, ulusal bayram genel tatil alacağı ve ücret alacağının davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili, davacının 03.05.2010 tarihinde tır şoförü olarak müvekkili işyerinde çalışmaya başladığını, 04.10.2010 tarihinde işe gelmesine rağmen dokuz işçi ile birlikte ücretlerinin az olduğu ve ücretlerinin artırılması gerektiğini talep ederek topluca işbaşı yapmadığını, takip eden günlerde işe gelmediğini, iş sözleşmesinin haklı sebeple feshedildiğini, davacının aylık brüt ücretinin 810,17 TL olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece yapılan ilk yargılama sonucunda 04.09.2012 tarih 2010/793 esas, 2012/385 karar sayılı ilam ile şahit beyanları, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından davacının iş sözleşmesi kendisinin feshettiği, ihbar tazminatına hak kazanmadığı, bilirkişi raporunda hesap edilen ücret alacağına hak kazandığı, ücret alacağının ödendiğinin davalı tarafından ispat edilemediği gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davacı tarafından süresi içerisinde temyiz edilmesi sonucunda yapılan temyiz incelemesi sonucunda, Dairemizin 01.07.2013 tarihli 2012/25621 esas 2013/15940 karar sayılı ilamı ile şahit beyanları ve emsal ücret araştırması hep birlikte değerlendirildiğinde davacının ücretinin net 1.250,00 TL olduğu belirtilerek bozulmuştur.
Mahkemece, usul ve kanuna uygun bulunan bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir. Bozma kararına uyulmasından sonra yapılan yargılama sonucunda hükme esas alınan bilirkişi raporuna göre davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar süresi içerisinde davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Taraflar arasındaki uyuşmazlık, bozmadan sonra ıslah yapılıp yapılamayacağı ve davacının ücret alacağının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bozma kararından sonra yapılan yargılama sırasında, davacı davasını ıslah etmiş ve mahkeme de bu ıslahı dikkate alarak hüküm kurmuştur.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 177. maddesinde belirtildiği üzere, ıslah tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir. Mahkemece, tahkikat aşamasının tamamlanmasının ve karar verilmesinin ardından verilen bozma kararından sonraki yargılama aşamasında ıslah yapılması mümkün değildir. Yargıtay İçtihatlarının Birleştirilmesi Büyük Genel Kurulunun 04.02.1948 tarihli ve 10/3 sayılı kararında da ifade edildiği üzere, Yargıtay bozma kararından sonra ıslah yapılamaz. Mahkemece bu husus göz ardı edilerek bozmadan sonraki yargılama aşamasında yapılan ıslah dikkate alınarak hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
3-Davalı tarafça davacının 2010 Eylül ayı ücretinin ödendiği iddia edilmiş ve buna ilişkin olarak dosyaya hesap hareketleri başlıklı belge sunduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple davacının 2010 Eylül ayı ücretinin ödenip ödenmediğinin tespiti bakımından davacıya ait hesap ekstresi getirtilerek 2010 Eylül ayı ücretinin ödendiğinin anlaşılması halinde bu miktarın hesaplanan ücret alacağından mahsubu gereklidir...”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirket bünyesinde 03.05.2010-04.10.2010 tarihleri arasında tır şoförü olarak aylık net 1.250,00TL ücret ile çalıştığını, ayrıca sefer başına 60,00TL verildiğini, fazla çalışma yapmasına rağmen karşılığının ödenmediğini, 2010 yılı Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarına ait ücretinden toplam 1.600,00TL kesildiğini, iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın feshedildiğini belirterek ihbar tazminatı, ücret, fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, davacının 04.10.2010 tarihinde iş yerine gelmesine rağmen ücret miktarının artırılmasını talep ederek dokuz şoför ile birlikte işbaşı yapmayarak garaj içerisinde beklediğini, savunmasının istenilmesi üzerine diğer dokuz çalışanla birlikte iş yerini terk ettiğini, sonraki günlerde işe gelmediğinden devamsızlık tutanakları düzenlendiğini, 07.10.2010 tarihinde 4857 sayılı İş Kanunu'nun 25/2-e maddesi gereğince iş sözleşmesinin haklı nedenle ve bildirimsiz olarak feshedildiğini, davacının ücretinin aylık brüt 810,17TL olduğunu, kısa seferler için 30,00TL, uzun sefer için 60,00TL harcırah verildiğini bunun dışında ödeme yapılmadığını, fazla çalışmasının bulunmadığını, 2010 yılı Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarına ait ücret miktarından herhangi bir kesinti yapılmadığını, bu durumun banka kayıtlarına yansıtıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece ilk kararda, davacının davalı iş yerinde 11.06.2010-04.10.2010 tarihleri arasında tır şoförü olarak çalıştığı, davacının iş sözleşmesini kendisi feshettiğinden ihbar tazminatına hak kazanamadığı, bilirkişi raporunda hesap edilen ücret alacağına hak kazandığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile net 300,00TL ücret alacağının dava tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, diğer taleplerin reddine karar verilmiştir.
Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece ilk bozma kararında, davacının yapmış olduğu işin niteliği, tanık beyanları ve emsal ücret araştırması birlikte değerlendirildiğinde davacının ücretinin net 1.250,00TL olduğunun anlaşıldığı, ücret alacağının bu miktar üzerinden hesaplanması gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemece ikinci (direnmeye esas) kararda, Yargıtay bozma kararı doğrultusunda davacının aylık net 1.250,00TL ücret ile çalıştığının kabul edildiği, 26.02.2014 tarihli bilirkişi raporuna göre hüküm kurulduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile net 3.016,66TL ücret alacağının 300,00TL'sinin dava tarihinden, kalanının ıslah tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin diğer taleplerin reddine karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, Yargıtay bozma kararında belirtilen, bozma kararından sonra iki numaralı bentte yer alan ve yargılama aşamasında ıslah yapılmasının mümkün olmadığına dair kısmın hukuka uygun bulunmadığı gerekçesiyle direnilmesine, bozma kararının üç numaralı bendine uyulmasına karar verildiği, 2010 yılı Eylül ayı ücretine ilişkin ödenen 651,08TL'nin mahsubunun gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile net 2.365,58TL ücret alacağının 300,00TL'sinin dava tarihinden, kalanının ıslah tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin talebin ve diğer taleplerin reddine karar verilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda mahkemece bozma kararından sonra yapılan ıslaha değer verilerek hüküm kurulup kurulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
I) Uyuşmazlığın açıklanan bu niteliği karşısında, medeni usul hukukunda ıslah kurumu hakkında açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.
Islah kurumu, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun (HUMK) 83'üncü ve ardından gelen maddelerinde; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) ise 176'ncı ve devamı maddelerinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Islah, davacı veya davalının, iddianın ve savunmanın değiştirilmesi yasağı kapsamındaki usul işlemlerini, karşı tarafın iznine ve hâkimin onayına bağlı olmaksızın belli kurallar çerçevesinde bir defaya mahsus olmak üzere düzeltmesini sağlayan bir usul hukuku kurumudur.
Islahın yapılması bakımından kanunda bir sınırlama yapılmıştır. HMK'nın 176'ncı maddesinde (HUMK m. 83), davanın her iki tarafının da yargılama usulüyle ilgili bir işlemini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği, ancak aynı dava içerisinde bu yola sadece bir kez başvurulabileceği; HMK’nın 177'nci maddesinde (HUMK m. 84, 85) ıslahın tahkikatın bitimine kadar yapılabileceği belirtilmiştir.
Yargıtayın bozma kararı üzerine, davanın yeniden ilk derece mahkemesinde görülmesi aşamasında ıslah yapılıp yapılmayacağı konusunda ise kanunda bir hüküm bulunmamaktadır. Bu konuda 1086 sayılı HUMK zamanında verilmiş olan 04.02.1948 tarihli ve 1944/10 Esas, 1948/3 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında;
"…1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile usul hükümleri beyanına giren 'ıslah' müessesesi ile; açılmış olan bir davada usule müteallik olmak üzere yapılan yanlışlıkları, bir defaya mahsus olmak üzere tamamen veya kısmen düzeltmek imkânı sağlanmıştır. ...Bir dava açıldıktan sonra... davayı, sebebi olan vakıalar sonradan öğrenilerek düzeltmek ve deliller safhasında yeni deliller ikame etmek lüzum ve zarureti hasıl olabilir ve iyi niyet sahibi olan taraflar bu yanlışlıkları ve unutulmuş şeyleri 'ıslah' yoluyla düzeltir veya tamamlayabilirler. Bu fasıl hükmünün sağladığı bu önemli faidelerine mukabil davanın herhangi bir safhasında bu hükümlerin uygulanması davaların sonu alınamayacak suretle uzamasına da yol açabileceğinden bu değerli ve faydalı hükümlerin sadelik ve çabukluk esasını hedef tutan umumi usul prensiplerine uygun bir şekilde hızlandırılması da tatbikatın gösterdiği lüzum ve icaplarından bulunmaktadır. Konunun aydınlanması ve anlaşmazlığın çözümü bakımından olaya temas eden Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seksendördüncü maddesi hükmü kanunumuzun mehazı olan Noşatel Usul Kanununun iş bu seksendördüncü maddemize tekabül eden yetmişsekizinci maddesi hükmü ile birlikte mütalaa edilmek icap eder. Noşatel Usul Kanununun yetmişsekizinci maddesinde 'ıslah'ın duruşmanın sonuna kadar "Jusqu'a la cloture des debast" ve teşkilatımızı hedef tutan seksendördüncü maddede 'ıslah; tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinceye ve tabi olmayanlarda muhakeme hitamına kadar yapılabilir' denilmekle bahis konusu yetmişsekiz ve seksendördüncü maddelerin açık ibarelerinden 'ıslah'ın yalnız tahkikat ve yargılama safhalarında yani tahkikat bitinceye ve hüküm verilinceye kadar mümkün olabileceği kastedildiği ve tahkikat ve yargılama devresinden sonra tarafların bu hakkı kullanamayacakları anlaşılmaktadır. Kanunumuzun temyiz faslında ve hususiyle 430. maddede hüküm temyizen bozulduktan sonra da ıslahın cari olabileceğine dair sarih ve zımni bir hüküm mevcut olmamasına ve aksine tahkikat ve hüküm devreleri gösterilmek suretiyle bir devre ve zaman ile takyid edildiğine göre seksendördüncü maddenin mücerret ıtlakına bakılarak bu istisnai yolun hükmün Yargıtay’ca bozulmasından sonraki safhalara da şumulünün kabul edilmesi bozma karariyle kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi tamamen 'ıslah' suretiyle davanın değiştirilmesi hallerinde de işin sonuçlanması güçleşir. Ve bu suretle bu müesseseden beklenilen gayeye ve çabukluk esaslarına aykırı düşer.
Netice; Dava açıldıktan sonra mevzuunda, sebebinde ve delillerde ve sair hususlarda usule müteallik olmak üzere yapılmış olan yanlışlıkları bir defaya mahsus olmak üzere düzeltmek ve eksiklikleri de tamamlamak imkanını veren ve mahkeme kararına lüzum olmadan tarafların sözlü ve yazılı beyanlarıyla yapılabilen 'ıslah'ın; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seksen dördüncü maddesinin açık hükmü dairesinde tahkikat ve yargılama bitinceye kadar yapılabilip Yargıtay'ca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan faydalanmanın mümkün olamayacağına... " şeklindedir.
Metni yukarıya alınmış olan İçtihadı Birleştirme Kararının şu iki temel saptamayı içerdiği görülmektedir:
Islah, iyi niyetli tarafın, davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksikliklerini tamamlamasına olanak sağlayan bir kurumdur.
Ne var ki, taraflardan birine davanın herhangi bir aşamasında ıslah olanağı tanınması, davaların sonu alınamayacak şekilde uzamasına neden olmak gibi bir sakıncayı da içermektedir. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 84'üncü maddesinde, ıslahın yalnızca tahkikat bitinceye ve hüküm verilinceye kadar yapılabileceği öngörüldüğüne ve temyiz faslında da bozmadan sonra dahi ıslahın olanaklı bulunduğuna dair açık veya örtülü bir hüküm yer almadığına göre, Kanunun bu olanağı bir devre ve zaman ile sınırlandırdığı kabul edilmelidir. Dolayısıyla 84'üncü madde ile getirilen bu istisnai yolun bozmadan sonraki aşamalara da yaygınlaştırılması, bozmaya uyulmasıyla kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi, davanın tamamen ıslah edildiği hâllerde işin sonuçlandırılmasını da güçleştirir. O hâlde ıslahla ilgili kuralların yargılamanın sadeliği, basitliği ve çabukluğunu amaçlayan diğer usul hukuku ilkeleriyle bağdaşacak şekilde yorumlanarak bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılması zorunludur.
Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında bozma kararından sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılırken, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 84'üncü maddesindeki kural yanında her ne kadar bu konuda kanunda açık düzenleme bulunmasa bile davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve yargı kararlarına karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez ilkelerinden biri hâline gelen “usulü kazanılmış hak” kavramının ihlali endişesinin de etken olduğu görülmektedir. Bir davada verilen hükme yönelik bozma kararı, doğaldır ki bozmanın kapsam ve gerekçelerine bağlı olarak değişebilmekle birlikte genellikle, tarafların hak ve borçlarının hukuksal dayanak, nitelik, miktar ve kapsamları gibi yönlerden, davanın ondan sonraki seyrini belirler; mahkemece bozmaya uyulması hâlinde, uyma sonrasında hangi işlemlerin ve araştırmaların yapılması gerektiğini ortaya koyar. Dolayısıyla mahkemenin bozmaya uyması, davanın artık bozmada gösterilen yön, kapsam ve sınırlar çerçevesinde sonuçlandırılacağı anlamını taşır. O nedenle de uyma kararı, bozma kararı kendisinin yararına olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak oluşturur ve mahkeme uyduğu bozma kararının gereklerini yerine getirmekle yükümlü hâle gelir. Davanın bu şekilde uyulan bozma kararının öngördüğü yön ve içeriğe bürünmesinden sonra taraflardan birinin ıslah yoluna gitmesiyle bozma kararıyla diğer taraf yararına oluşan usuli kazanılmış hakkın ortadan kalkması ya da sınırlanması, zayıflaması sonucuna yol açabilir. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasa'nın 2'nci maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti...sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır ve belirsizlik ortamına neden olur ve bu durum kabul edilemez.
Nitekim 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 177/1'inci maddesinde, tahkikat sonuçlanıncaya kadar ıslahın yapılabileceğini öngörüldüğü, bu sebeple Yargıtay'ın bozma kararı sonrasında tahkikat safhasına dönüleceğinden bozmadan sonra ıslah yapılabileceği, 6100 sayılı HMK’nın 177'nci maddesinin yanlış yorumlandığı, 1948 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararının 6100 sayılı HMK karşısında güncelliğini kaybettiği, bozma kararı sonrasında ıslah yapılıp yapılamayacağına dair Yargıtay hukuk daireleri arasında görüş aykırılığı bulunduğu ileri sürülerek içtihadın birleştirilmesi talep edilmiş ise de, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu 06.05.2016 tarihli ve 2015/1 E.- 2016/1 K. sayılı kararında 04.02.1948 tarihli ve 1944/10 Esas, 1948/3 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına benzer gerekçelerle “Bozma kararı sonrası ıslah yapılamayacağı ve İçtihadı Birleştirme Kararının değiştirilmesinin gerekmediğine” karar verilmiştir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece talep konusu ücret alacağının kabulüne, ihbar tazminatı, fazla çalışma, hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarına ilişkin isteminin ise reddine dair verilen 04.09.2012 tarihli ve 2010/793 E.-2012/385 K. sayılı birinci kararın Özel Dairece, davacının ücretinin net 1.250,00TL olarak kabul edilerek ücret alacağının bu miktar üzerinden hesaplanması gerektiği gerekçesiyle bozulmasından sonra, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda alınan bilirkişi raporu doğrultusunda davacı taraf, 17.03.2014 harç tarihli ıslah dilekçesi ile dava konusu ettiği ücret alacağı talebini arttırarak, arttırılmış bu alacağın davalıdan tahsilini istemiştir.
Mahkemece bozmaya uyularak alınan bilirkişi raporu ve ıslah dilekçesine değer verilerek ücret alacağının kabulüne diğer alacakların ise reddine karar verilmiştir.
O hâlde yukarıda belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararları ile tüm dosya kapsamına göre Özel Daire bozma kararından sonra ıslah yapılamayacağının açık olmasına rağmen mahkemece bu husus göz ardı edilerek bozmadan sonraki yargılama aşamasında yapılan ıslah dikkate alınarak hüküm kurulması isabetsizdir.
Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
II) Mahkemece, bozma ilamının (3) numaralı bendine uyulmak suretiyle verilen karara yönelik davalı vekilinin temyiz itirazlarını inceleme görevi Özel Daireye ait bulunduğundan, bu yönden inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
S O N U Ç : Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerden dolayı davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
(II) numaralı bentte açıklanan nedenle, bozmaya kısmen uyulmak suretiyle oluşturulan karara yönelik davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİNE gönderilmesine, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 08.10.2019 gününde oy birliği ile ve kesin olarak karar verildi.