Çocuğa düşük bedelle taşınmaz devir edilmesinin, doğrudan muris muvazaası olarak değerlendirilemeyeceği hk
Hukuk Genel Kurulu 2022/595 E. , 2023/945 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2015/21 E., 2015/95 K.
KARAR : Davanın kabulüne
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 28.01.2014 tarihli ve
2013/4739 Esas ve 2014/1154 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Datça Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun’la değişikliği öncesi hâliyle 438 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı vekilinin duruşma isteminin reddine karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; mirasbırakanın 29.11.1988 tarihinde dava konusu 7 parseldeki taşınmazını oğlu ... ... ...'un eşi olan davalıya satış suretiyle temlik ettiğini, temlikin mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yapıldığını ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek taşınmazın tapu kaydının iptali ile miras payları oranında
müvekkilleri adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davanın tüm mirasçılar tarafından açılması gerektiğini, mirasbırakanın 1973 yılından beri oğlu ... ... ile onun eşi olan müvekkili tarafından bakılıp gözetildiğini, mirasbırakanın evi ile müvekkillerinin evinin aynı bahçe içinde yan yana olup tüm ev işleri, yemek, temizlik, bahçe işleri dahil tamamının müvekkili ve eşi tarafından yapıldığını, murisin sağlığında mirasçıların mahfuz hisselerini zarara uğratacak şekilde hiçbir işlem yapmadığını, devrin muvazaalı olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Datça Asliye Mahkemesinin 08.11.2012 tarihli ve 2011/201 Esas, 2012/261 Karar sayılı kararı ile; murisin ölmeden evvel yaklaşık bir hafta yatalak kaldığı, onun öncesinde sağlığının başkası tarafından bakılıp gözetilmeyi gerektirmediği, eşi vefat edene kadar da murise kendi eşi tarafından bakıldığı, murisin ve davalının beraber yaşadıkları ancak davalının murise karşı sürekli bir bakım gözetimde bulunmadığı, dava konusu taşınmazın satış tarihi itibari ile resmi senetteki satım bedeli ile bilirkişilerce belirlenen rayiç bedel arasında aşırı oransızlık bulunduğu, murisin dava konusu taşınmazı davalı geline devretmekteki asıl amacının davacılardan mal kaçırmak olduğu, satışın gerçek bir satış olmadığı zira davacıların annesi Dürdane’nin kocası öldükten sonra resmi nikahı olmaksızın başka bir erkek ile karı-koca hayatı yaşamaya başlamasının murisi bu sözleşmeyi yapmaya iten nedenlerde birinci sırada yer aldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 28.01.2014 tarihli ve 2013/4739 Esas, 2014/1154 Karar sayılı kararı ile;
"...Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; miras bırakan ... ... ...’un 2004 yılında öldüğü, davacıların torunları davalının da gelini olduğu, çekişme konusu 7 parsel sayılı taşınmazı 29.11.1988 tarihli akitle gelini davalıya satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Davacılar, anılan temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada mirasbırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l.4.1974 tarihli, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun 706., Borçlar Kanunu'nun 213. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 237.) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; murisin 1913 doğumlu olup, yaşlılıktan kaynaklanan hastalıklarının bulunduğu, miras bırakanın eşi ... Seza’nın 1993 yılında öldüğü, murisinin, gelini davalı ve oğlu ... ... ile aynı avlu içinde farklı evlerde yaşadıkları, murisin bakımı, yeme içme, temizliği ve ihtiyaçlarının giderilmesini yıllardır gelini davalının yaptığı görülmektedir.
Hemen belirtilmelidir ki; satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet ya da emek de olabileceği kabul edilmelidir. (HGK.'nun 29.4.2009 günlü 2009/1-130 sayılı kararı). Esasen, yukarıda da değinildiği üzere muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 1.4.1974 günlü, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında miras bırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma olması halinde uygulanabilirliğinin kabulü gerekir. Başka bir ifade ile murisin iradesi önem taşır.
Yukarıda değinilen somut olgular, açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde; miras bırakanın dava konusu taşınmazı temlikinde gerçek irade ve amacının diğer mirasçılardan mal kaçırma olmadığı, kendisi ile ilgilenen, bakımını yapıp, ihtiyaçlarını karşılayan gelinine duyduğu minnet sonucu devri yaptığının kabulü gerekir. Diğer taraftan, akitte gösterilen bedel ile gerçek bedel arasında fahiş fark var ise de, bu hususun tek başına muvazaanın kanıtı sayılamayacağı da açıktır.
Hâl böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Davalının bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Datça Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.03.2015 tarihli ve 2015/21 Esas, 2015/95 Karar sayılı kararı ile; murisin 2004 yılında öldüğü, temlik tarihinde yatalak ya da ağır hasta olmadığı, temlikin vefatından tam on altı yıl önce gerçekleştiği, murisin baştan itibaren diğer mirasçıları mirastan mahrum bırakmak saikiyle hareket ederek taşınmazı devrettiği, kendisine baktırmak amacıyla taşınmazı devretmek isteseydi ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle ile bunu gerçekleştirebilecekken taşınmazını satış suretiyle devrederek mirasçılardan mal kaçırmak kastıyla hareket ettiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda mirasbırakan tarafından davalı gelinine satış suretiyle yapılan temlikin diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı, dosya kapsamı ve toplanan delillere göre murisin taşınmazını kendisi ile ilgilenip bakımını yapan gelinine duyduğu minnet duygusu ile devrettiğinin kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
13.Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
14. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 819).
15. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 19 uncu (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;
"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.
16. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir
görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.
17. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
18. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
19. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.
20. Az yukarıda açıklanan TBK’nın genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.
21. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
22. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
23. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
24. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
25. Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
26. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6 ıncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, mirasbırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
27. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
28. Dava açan mirasçılar, mirasbırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.
29. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
30. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
31. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.
32. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında;1329 (1913) doğumlu mirasbırakan ... ... ...'un 23.04.2004 yılında ölmüş, geriye mirasçı olarak 1955 doğumlu oğlu ... ... ... ile mirasbırakandan önce 1984 yılında ölen oğlu ... ...'in çocukları davacılar 1977 doğumlu ..., 1981 doğumlu ..., 1983 doğumlu ... kalmıştır. Davacılar mirasbırakanın torunları, davalı ise oğlu ... ...'ın eşi yani gelinidir.
33. Celbedilen kayıtlardan mirasbırakanın dava konusu 7 parsel sayılı tarla niteliğindeki taşınmazını 29.11.1988 tarihli ve 1070 yevmiye numaralı satış işlemi ile 22.500.000 ETL karşılığında gelini olan davalı ...'a temlik ettiği, benimsenen bilirkişi raporunda ise arsa ve yapı maliyetleri toplam değerinin satış tarihi itibari ile 299.737.200,00 ETL, dava tarihi itibari ile 1.049.080,20 TL olduğu tespit edilmiştir.
34. Dosya kapsamı ve dinlenen tanık beyanlarındanoğlu ... ...'in ise 1984 yılında öldüğü, ... ... ile davalının 1973 yılında evlendikleri, bu tarihten itibaren mirasbırakan ile aynı avluda yaşadıkları, mirasbırakan ile eşinin bakımı, yeme, içme ve temizlik ihtiyaçları ile bahçe bakım ve diğer ihtiyaçlarının davalı ve eşi tarafından karşılandığı, murisin eşinin kendisinden önce 1993 yılında öldüğü, murisin eşinin ölümünden sonra yalnız kaldığı, ölmeden önce çok kısa bir süre yatalak hâle geldiği, mirasbırakanın ekonomik durumunun yerinde olduğu, yaşlılıktan kaynaklanan hastalıklarının bulunduğu, temlik tarihinde davacı torunların yaşlarının çok küçük olduğu, temlik ile yakın tarihlerde tarihlerde diğer oğluna (ve eşine) da taşınmaz devrettiği, davacı torunları ile de arasının iyi olduğu ve zaman zaman torunlarına harçlık verdiği, yapılan temlikin köyde hemen duyulduğu ve herkes tarafından bilindiği anlaşılmaktadır.
35. Öncelikle belirtilmelidir ki, davacıların mirasbırakan tarafından yapılan bu temlikin diğer mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yapıldığını kanıtladıklarını söyleme imkanı bulunmadığından davanın reddine karar verilmelidir. Mirasbırakanın, uzun yıllar boyunca kendisine ve eşine sağladığı bakım ve desteğin yarattığı minnet duygusu yanında ileride de kendisine bakacağı düşüncesi ve güveniyle hareket ettiği anlaşılmaktadır. Hukuk Genel Kurulunun 28.04.2009 tarihli ve 2009/1-130 Esas, 2009/150 Karar sayılı kararı ile 16.06.2010 tarihli ve 2010/1-295 Esas, 2010/333 Karar sayılı kararında da bu nitelikte hizmetin semen olarak değerlendirilmesi gerektiği hususu benimsenmiştir.
36. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; dosya kapsamı ve tüm delillerden mirasbırakanın Datça'da 14.986.86 m2 büyüklüğündeki taşınmazını henüz eşi sağken, davacılardan mal kaçırmak amacıyla 29.11.1988 tarihinde aynı avluda birlikte yaşadığı oğlu ve davalı gelininin tesiri altında gerçekte bağışladığı hâlde satış gibi göstererek davalıya temlik ettiği, davalı tarafından işlemin bakım karşılığı yapıldığı savunulmuşsa da davalının murise bakıp gözetmesinin külfet teşkil ettiğini, normal bakım ötesinde (yemek yapmak ve çamaşırlarını yıkamak dışında) ihtimam gösterdiğini kanıtlayamadığı gibi paylaştırma savunmasında da bulunamayacağı, satışın gerçek bir satış olmadığı,murisi bu sözleşmeyi yapmaya iten nedenlerden birinin de davacıların annesi Dürdane’nin kocası öldükten sonra resmi nikahı olmaksızın başka bir erkek ile karı-koca hayatı yaşamaya başlaması olduğunu, davanın kabulüne dair verilen kararın onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
37. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
38. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3 üncü maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
11.10.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.