23. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya gelince; tarafların 27.05.1999 tarihinde evlendikleri, bu evlilikten ortak iki çocuklarının bulunduğu, erkeğin eve sık sık alkollü gelmek suretiyle kusurlu olduğu, buna karşılık kadın eşin ise; tarafların ortak çocuğu Ceren’in beyanları ile sabit olduğu üzere, kayınvalidesine ağır küfürler ettiği ve sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu kusurlu davranışlar karşılaştırıldığında tarafların kusurlarının birbirine denk olduğundan bahisle, eşit kusurlu sayılamayacakları, boşanmaya sebep olan olaylarda kadının ağır, erkeğin ise az kusurlu olduğu hususu tartışmasızdır. Hâl böyle olunca tarafların eşit kusurlu olduğunun kabulü ile dosya kapsamına uygun düşmeyen bu kusur belirlemesine bağlı olarak kadın eş yararına yoksulluk nafakasına hükmedilmesi ve ayrıca erkek eşin tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi açıklanan yasal düzenleme ve ilkelere uygun değildir.
Hukuk Genel Kurulu 2017/2647 E. , 2021/1161 K.
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “karşılıklı boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, (kapatılan) Sincan 3. Aile Mahkemesince verilen her iki davanın kabulüne ilişkin karar davalı-karşı davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı-karşı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı-Karşı Davalı İstemi:
4. Davacı-karşı davalı vekili 22.04.2013 tarihli dava dilekçesinde; davalı ile 27.05.1999 tarihinde evlendiklerini, iki çocuklarının bulunduğunu, geçimsizlik nedeniyle aralarında sürekli olarak tartışma yaşandığını, fikir uyuşmazlıklarının olduğunu, son sekiz aydır ayrı yaşadıklarını, davalı hakkında iki kez evden uzaklaştırma kararı aldığını, davalının sürekli alkol kullandığını, kendisine psikolojik ve fiziksel şiddet uyguladığını, zorla cinsel ilişkiye girdiğini ve ters ilişki kurduğunu ileri sürerek boşanmaya, velâyetlerin kendisine verilmesine, her bir çocuk yararına ayrı ayrı 250TL tedbir iştirak nafakası ile kendi yararına 500TL tedbir-yoksulluk nafakası ve 40.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı-Karşı Davacı İstemi:
5. Davalı-karşı davacı vekili 23.05.2013 tarihli karşı dava dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, boşanmaya sebep olan olaylarda kadın eşin kusurlu olduğunu, ortak çocukların yaşlarının küçük olması nedeniyle eşinin çalışmasını istemediğini, buna karşılık kadın eşin çalışma konusundaki ısrarlarını abartarak “evi terk etmekle tehdit” boyutuna getirdiğini, müvekkilin mecburen izin vermek zorunda kaldığını, çalışmaya başlayan davacının davranışlarında zamanla değişmeler meydana geldiğini, aşırı süslendiğini, iş arkadaşları ile gezmeye başladığını, bazı günler “annesinde kalacağını söyleyerek” eve gelmediğini, birlik görevlerini yerine getirmediğini, müvekkiline ve çocuklarına kötü davranıp, aşağıladığını, 20.04.2013 tarihinde ortak çocuk Ceren babasının müvekkilin yanında iken davacıyı bir başka adamın arabasına binerken gördüklerini, şok hâlinde aracı takip etmeye başladıklarını, aracın boş bir arsaya park ettiğini, müvekkil ve...’in inerek arabanın yanına gittiklerini, kadın eşi arabasına bindiği adam ile öpüşürken gördüklerini, bunun üzerine arabayı çalıştırarak kaçtıklarını, yaşanan bu olaydan iki gün sonra davacının boşanma davası açtığını ileri sürerek tam kusurlu kadının davasının reddine, karşı boşanma davasının kabulü ile tarafların boşanmasına, velâyetlerin babaya verilmesine, her bir çocuk yararına ayrı ayrı 250TL tedbir-iştirak nafakası ile müvekkili yararına 30.000TL maddi, 50.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkeme Kararı:
6. (Kapatılan) Sincan 3. Aile Mahkemesinin 13.05.2014 tarihli ve 2013/299 E., 2014/296 K. sayılı kararı ile; boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin sıklıkla alkollü olarak müşterek konuta gelmesinin huzurluk yarattığı, kadını darp ettiği, buna karşılık kadının da sadakat yükümlülüğünü ihlâl ettiği, kocanın annesine yönelik hakaret ettiği, sık sık müşterek konutu terk etmek suretiyle birlikte yaşamaktan kaçındığı, gerçekleşen olaylara göre tarafların eşit kusurlu olduğu gerekçesiyle her iki davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, velâyetlerin babaya verilmesine, çocuklar yararına iştirak nafakası hükmedilmesine yer olmadığına, kadın yararına 250TL tedbir-yoksulluk nafakası ödenmesine, tarafların yasal şartları oluşmayan tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Kararı:
7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 01.04.2015 tarihli ve 2014/21391 E., 2015/6305 K. sayılı kararı ile;
"...Hüküm davalı-davacı tarafından, kadının davası, kusur belirlemesi, tazminat taleplerinin reddi ve yoksulluk nafakası yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-karşı davacının, kadının davasının reddi gerektiği yönündeki temyiz itirazları yersizdir.
2-Diğer yönlere ilişkin temyiz itirazlarına gelince;
Mahkemece, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı bu sonuca, tarafların eşit kusurlu tutum ve davranışları ile ulaşıldığı kabul edilmiş, buna bağlı olarak kadın lehine yoksulluk nafakası takdir edilmiş, kocanın tazminat talepleri ise reddedilmiştir. Kocanın eşit kusurlu kabul edilmesinin gerekçesi olarak, eve alkollü gelmesi, bu sebeple huzursuzluk çıkarıp, eşine fiziksel şiddet uygulaması gösterilmiştir. Fiziksel şiddet olayının beş yıl öncesine ait itekleme boyutunda kaldığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu tarihten sonra evlilik uzunca süre devam ettiğine göre iteklemekten dolayı davalı-davacıya artık kusur atfı doğru değildir. Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden kadının sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiği ve kayınvalidesine “orospu, pislik” diyerek hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Tarafların gerçekleşen kusurlu tutum ve davranışlarına göre boşanmaya sebep olan olaylarda kadının, diğer eşe göre daha ziyade kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Hal böyle olunca da, ağır kusurlu olan kadının yoksulluk nafakası isteğin reddine, davalı-davacının Türk Medeni Kanununun 174/1-2. maddelerine dayalı maddi ve manevi tazminat isteklerinin kabulü ile uygun miktarda davalı-davacı lehine maddi ve manevi tazminata hükmolunması gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru bulunmamıştır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
8. Ankara Batı 3. Aile Mahkemesinin 29.12.2015 tarihli ve 2015/879 E., 2015/1082 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında, bozma ilamının aksine şiddete rağmen tarafların aynı evde yaşamalarının aralarındaki ilişki ve iletişimden bağımsız olarak kadın açısından evliliğin çekilebilirliğini göstermediği gibi, af anlamına da gelmeyeceği, tanık Erdinç’in beyanına göre evliliğin sürekli olarak geçimsizlik içerisinde devam ettiği ve Canan’ın eşine katlanmak durumunda kaldığı, dolayısıyla kadının eşini affettiğini kabul etmenin mümkün olmadığı, aksi hâlde eşlerin yaşanan her olaydan sonra müşterek yaşamlarına devam etmeleri hâlinde affetmiş sayılacakları, affetmemiş iseler müşterek yaşamı sona erdirmelerini istemenin taraflara boşanma davasını dayatmaktan başka anlam taşımayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
9. Direnme kararı yasal süresi içinde davalı-karşı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olup olmadıkları, buradan varılacak sonuca göre Türk Medeni Kanunu’nun 174 ve 175. maddesinde yer alan tazminat ve yoksulluk nafakası koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili kanun maddeleri ve kavramların incelenmesinde yarar görülmektedir.
12. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin 1 ve 2. fıkraları;
"Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır.
13. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır. Bu bağlamda evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma davası açan davacının, davasının kabul edilerek, boşanma kararı elde edebilmesi için iki koşulun gerçekleştiğini kanıtlamış olması gerekir. Bunlardan ilkinde davacı; kendisinden, evlilik birliğinin devamı için gereken “ortak hayatın sürdürülmesi” olgusunun artık beklenmeyecek derecede birliğin temelinden sarsıldığını, ikinci olarak “temelden sarsılmanın” karşı tarafın kusurlu davranışları sonucu gerçekleştiğini ispatlamak zorundadır.
14. Belirtmek gerekir ki; söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki “birlik artık sarsılmıştır” diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (TMK m. 2). Nitekim benzer ilkeye HGK’nın 04.12.2015 tarihli ve 2014/2-594 E., 2015/2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir. Bu durumda kusur ilkesine göre genel sebeple (TMK m. 166/1) boşanmaya karar verebilmek için davalının az da olsa kusurlu olması gerekir.
15. Yargıtay kararlarında boşanma davalarında temyiz incelemesi aşamasının daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla; her bir davada verilecek olan boşanma kararı, fer’îleri ve boşanmanın malî sonuçları yönünden yapılacak denetlemeye uygun şekilde, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusur durumlarının “kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Yine Yargıtay, 03.07.1978 tarihli, 5/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da “kimin daha fazla kusurlu olduğunu tayin hususunda önceden bir ölçü konulamayacağına ve bu hususta bir içtihadı birleştirmeye gidilemeyeceğine” karar vererek her bir boşanma davasında tarafların boşanmaya esas teşkil eden kusur durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.
16. Yukarıda da belirtildiği üzere, TMK'nin 166. maddesinin birinci fıkrası uyarınca taraflar arasında geçen her olay boşanma kararı verilmesi için yeterli olmayıp, bu olayların evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebebiyet vermesi ve de çekilmez hâle getirmesi gerekmektedir. Kural olarak boşanma davalarında da eşlerin boşanma davasına konu ettiği olaylar sonrası barışmaları, barıştıklarını beyan ederek birbirilerine karşı yürüttükleri hukuki süreçleri sonlandırmaları veya somut olayda olduğu gibi gerçekleştiği iddia edilen olaylara rağmen evlilik birliğini makul bir süre daha sürdürmeye devam etmeleri hâllerinde artık o olaylar affedilmiş ya da en azından hoşgörü ile karşılanmış olması nedeni ile tarafların kusur belirlemesinde dikkate alınamaz.
17. Diğer yandan, boşanma, bozucu yenilik doğuran bir karar niteliğinde olup, boşanma kararının kesinleşmesiyle evlilik birliği sona erer. Boşanmanın eşler bakımından kişisel ve malî olmak üzere bir takım sonuçlarının bulunduğu kuşkusuzdur. Yoksulluk nafakası ile maddi-manevi tazminat talepleri boşanmanın eşlerle ilgili malî sonuçlarındandır.
18. TMK’nın “Maddi ve manevi tazminat” başlıklı 174. maddesinde "Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir." hükmü düzenleme altına alınmıştır. Görülüyor ki hâkim, boşanmaya sebep olan olaylarda kusursuz veya az kusurlu bulunan eş yararına tazminat ödenmesine karar vermek yetkisine sahiptir.
19. Maddi tazminat, mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan talep ettiği tazminattır. Maddi tazminatın ön koşulu, talep edenin boşanma yüzünden mevcut veya beklenen menfaatlerinin zedelenmesi, boşanma ve maddi zarar arasında nedensellik bağının bulunmasıdır. Başka bir sebepten kaynaklı kayıplar maddi tazminat kapsamında yer alamaz. Mevcut menfaatlerin belirlenmesinde evliliğin taraflara sağladığı yararlar göz önünde bulundurularak tarafın maddi tazminat talebi değerlendirilir. Evliliğin boşanma ile sona ermesi hâlinde taraflar birliğin sağladığı menfaatlerden ileriye dönük olarak faydalanamayacaklardır. Beklenen menfaatler ise evlilik birliği sona ermeseydi kazanılacak olan olası çıkarları ifade eder.
20. Manevi zarar ise, insan ruhunda kişinin iradesi dışında meydana gelen acı, ızdırap ve elem olarak ifade edilmektedir. Bozulan manevi dengenin yerine gelmesi için kanunun öngördüğü bir telafi şeklidir. 22.06.1966 tarihli, 1966/7 E. ve 1966/7 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere manevi tazminat bir yönüyle de insanlardaki kırgınlık ve kızgınlığı, hatta intikam duygusunu tatmin etme aracıdır. Amacı, olaydan duyulan acı, ızdırap, elem ve kızgınlığı kısmen olsun dindirmek, olayı unutturarak tekrar normal hayata dönüşü sağlamaktır.
21. Kişilik hakları, bir bütün olarak kişinin maddi ve manevi varlığıyla ilişkili ve bu varlığın geliştirilmesini hedefleyen haklar ve özgürlükler olarak tanımlanır. Bu haklar; kişiliğe bağlı, dokunulamaz, devredilemez ve vazgeçilemez haklardır. Kişilik haklarının mutlak bir hak oluşu, hak sahibine, bu hakka ve hakkın içerdiği değerlere herkesin saygı göstermesini isteme, kişisel değerlerin korunmasını herkesten isteme, yasaların, kamu düzeninin ve genel ahlak ile adabın çizdiği sınırlar içerisinde dilediği gibi kullanma hakkı verir. Kişilik hakkı kavramı; kişiyi var eden, kişiliğini serbestçe geliştirmesini sağlayan, diğer kişilerden farklılığını temin eden bütün değerler üzerindeki haktır. Yaşam, vücut bütünlüğü, özgürlükler, şeref ve haysiyet, özel yaşam, isim, resim gibi kişisel varlıklar üzerindeki haklar kişilik hakkını ifade eder. Bu varlıklara yönelen saldırılar ise kişilik hakkının ihlâli sonucunu doğururlar. Kişilik haklarının korunmasına ilişkin temel düzenleme TMK’nın 23, 24 ve 25. maddelerinde yer almakta; Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi ile bu düzenlemeler tamamlanmaktadır. Ancak bu genel korumanın dışında bazı kişisel değerleri koruyan özel hükümler de bulunmakta olup, TMK’nın 174/2. maddesi bu hükümlerden biridir.
22. Yoksulluk nafakası ise; TMK’nın 175. maddesine göre “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Madde metninden de anlaşıldığı üzere yoksulluk nafakası isteminde bulunan tarafın kusurunun daha ağır olmaması gerekmektedir.
23. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya gelince; tarafların 27.05.1999 tarihinde evlendikleri, bu evlilikten ortak iki çocuklarının bulunduğu, erkeğin eve sık sık alkollü gelmek suretiyle kusurlu olduğu, buna karşılık kadın eşin ise; tarafların ortak çocuğu Ceren’in beyanları ile sabit olduğu üzere, kayınvalidesine ağır küfürler ettiği ve sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu kusurlu davranışlar karşılaştırıldığında tarafların kusurlarının birbirine denk olduğundan bahisle, eşit kusurlu sayılamayacakları, boşanmaya sebep olan olaylarda kadının ağır, erkeğin ise az kusurlu olduğu hususu tartışmasızdır. Hâl böyle olunca tarafların eşit kusurlu olduğunun kabulü ile dosya kapsamına uygun düşmeyen bu kusur belirlemesine bağlı olarak kadın eş yararına yoksulluk nafakasına hükmedilmesi ve ayrıca erkek eşin tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi açıklanan yasal düzenleme ve ilkelere uygun değildir.
24. O hâlde; aynı hususlara işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
25. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı-karşı davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 05.10.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.