YARGITAY

DANISTAY

SAYISTAY

BÖLGE ADLIYE MAHKEMESI

ANAYASA MAHKEMESI

KURUL KARARLARI

Haksız başlatılan icra takibine istinaden ödenen paranın faizsiz geri ödenmesinin, hak ihlaline yol açacağı hk. (AYM)

Karar Özeti

48. Somut olayda başvurucudan alacaklı olduğunu iddia eden Şirket, başvurucu aleyhine hem ilamsız icra takibi başlatmış hem de ihtiyati haciz uygulanması talebinde bulunmuş ve bu süreçlerin işletilmesi neticesinde alacağının varlığının henüz kesinleşmediği bir dönemde başvurucudan 16.599 TL tahsil etmiştir. Şirket başvurucudan 2/5/2003 tarihinde tahsil ettiği parayı 24/6/2014 tarihinde aynı miktarda geri ödemiştir. Dolayısıyla Şirket, hukuki dayanağının bulunmadığı mahkeme kararıyla tespit edilen 16.599 TL'yi karşılıksız kullandığı hâlde bu kullanım karşılığında herhangi bir ek külfete maruz kalmamıştır. Oysa tersi bir durumda -başvurucunun 24/6/2014 tarihinde ödeme yapmış olması hâlinde- Şirket asıl borcun yanında gecikme faizi de istemeye müstahak olacaktır. Dolayısıyla somut olaydaki uygulamada alacaklı ile borçlunun menfaatlerinin eşit bir biçimde gözetildiği söylenemeyecektir.

 

49. Başvurucunun Şirkete nazaran dezavantajlı bir konumu düşürülmesinin Asliye Hukuk Mahkemesinin başvurucunun talebini sözleşmeye dayalı temerrüt faizi olarak nitelemesinden kaynaklandığı anlaşılmıştır. Hâlbuki taraflar arasında bir sözleşmenin kurulmadığı yargı kararıyla sabit hâle gelmiştir. Taraflar arasında bir sözleşme bulunmamasına rağmen borçlunun temerrüdüne ilişkin hükümlerin uygulanması makul ve öngörülebilir değildir. Nitekim başvurucu da temerrüt faizi değil paranın kullanımından mahrum kalmasından kaynaklı olarak faiz talep etmiştir.

 

50. Sonuç olarak başvurucunun 16.599 TL'sinin 11 yıl 1 ay 22 gün boyunca Şirket tarafından haksız olarak kullanıldığı ve başvurucu bu süre zarfında söz konusu para üzerinde tasarrufta bulunmaktan mahrum kaldığı hâlde paranın değerinde enflasyon etkisiyle oluşan değer kaybının karşılanmaması başvurucunun menfaatleri ile Şirketin menfaatleri arasında adil bir denge kurulamaması, dolayısıyla mülkiyet hakkının pozitif yükümlülüklerinin devlete yüklediği ödevlerin ihlal edilmesi sonucunu doğurmuştur.

Karar

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ TETİK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/3214)

 

Karar Tarihi: 6/10/2022

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Ali TETİK

Vekili

:

Av. Şenol KUŞÇU

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

 

1. Başvuru, aleyhe başlatılan icra takibi sürecinde ödenen paranın ödemenin haksız olduğunun anlaşılmasından sonra faizsiz olarak iade edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

 

II. BAŞVURU SÜRECİ

 

2. Başvuru 29/1/2019 tarihinde yapılmıştır.

 

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

 

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

 

5. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

 

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

 

III. OLAY VE OLGULAR

 

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

 

8. Başvurucu 1944 doğumlu olup Aydın'da ikamet etmektedir.

 

A. Olayın Arka Planı

 

9. S. Değirmencilik Ticaret Anonim Şirketi (Şirket) 16.516.100.000 (eski) TL alacağın tahsili için Söke İcra Dairesi Müdürlüğünde (İcra Dairesi) 2002 yılında başvurucu aleyhine ilamsız icra takibi başlatmıştır. İcra Dairesi, söz konusu alacağın faiziyle birlikte tahsili için başvurucu adına ödeme emri düzenlemiştir.

 

10. Şirket tarafından 18/12/2002 tarihinde Söke 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (Asliye Hukuk Mahkemesi) müracaat edilerek başvurucunun mal varlığı üzerine ihtiyati haciz uygulanması talep edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 18/12/2002 tarihli kararla talebi kabul ederek 16.516.100.000 TL borcun ödenmesine yetecek kadar gayrimenkulün ihtiyaten haczedilmesine karar vermiştir.

 

11. Başvurucunun 19/12/2002 tarihli dilekçeyle, borcunun bulunmadığını iddia ederek borca itiraz etmesi üzerine İcra Dairesindeki takip durmuştur.

 

12. İcra takibinin durması üzerine Şirket, Söke 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde başvurucu aleyhine 7/1/2003 tarihinde itirazın iptali davası açmıştır. Şirket, başvurucuya 600 çuval un sattığını ancak başvurucunun emtianın bedelini ödemediğini ileri sürerek itirazın iptal edilmesini talep etmiştir. Başvurucu ise Şirkete borcunun bulunmadığını savunmuştur.

 

13. Bu arada başvurucu, gayrimenkullerine uygulanan ihtiyati haczin kaldırılmasını temin etmek için ihtiyati hacze konu borç ile vekâlet ücreti toplamından oluşan 16.599.000.000 TL'yi İcra Dairesi aracılığıyla 2/5/2003 tarihinde Şirkete ödemiştir. Başvurucunun müracaatı üzerine Söke İcra Tetkik Hâkimliğinin 5/5/2003 tarihli kararıyla ihtiyati haciz kaldırılmıştır.

 

14. Asliye Hukuk Mahkemesi 5/4/2011 tarihinde itirazın iptali davasını reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, borcun varlığının kanıtlanamadığı belirtilmiştir. Bu karar Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin (Daire) 9/10/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de 2/4/2014 tarihinde reddedilmiştir.

 

15. Başvurucu 18/6/2014 tarihinde İcra Dairesine müracaat ederek 16.599 (yeni) TL'nin yasal faiziyle birlikte iadesi talebinde bulunmuştur. İcra Dairesi 19/6/2014 tarihinde Şirkete muhtıra göndererek 16.599 TL'yi İcra Dairesinin hesabına yatırmasını ihtar etmiştir.

 

16. Şirketin yatırdığı 16.599 TL 24/6/2014 tarihinde başvurucuya ödenmiştir.

 

17. Başvurucu, İcra Dairesine müracaat ederek yasal faizin tahsili için de Şirkete muhtıra gönderilmesini talep etmiştir. Ancak bu talep İcra Dairesince reddedilmiştir. Başvurucu, İcra Dairesinin faiz talebinin reddine ilişkin kararına karşı 26/6/2014 tarihinde Söke İcra Hukuk Mahkemesinde (İcra Hukuk Mahkemesi) şikâyet yoluna müracaat etmiştir. Başvurucu 2/5/2003 tarihinde haksız olarak ödendiği sabit hâle gelen 16.599 TL'nin 24/6/2014 tarihinde faizsiz olarak ödenmiş olmasının hukuka aykırı olduğunu iddia etmiştir.

 

18. İcra Hukuk Mahkemesi 3/7/2014 tarihinde şikâyeti reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 361. maddesinden söz ederek temerrütün muhtıranın alacaklıya tebliğ edildiği tarih itibarıyla gerçekleştiğini, dolayısıyla muhtıranın tebliğ tarihi itibarıyla faiz istenebileceğini belirtmiştir. Muhtıranın tebliğ tarihinden önceki döneme ilişkin olarak faiz istenemeyeceğinden İcra Dairesi kararının hukuka uygun olduğunu açıklamıştır. Anılan karar Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir.

 

B. Tazminat Davasına İlişkin Süreç

 

19. Başvurucu 16.599 TL'ye 2/5/2003-24/6/2014 döneminde işleyecek faizin tazmini istemiyle 17/7/2014 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesinde Şirket aleyhine dava açmıştır. Başvurucu, Şirketin 16.599 TL'yi on yıldan fazla bir süre ticari faaliyette haksız olarak kullandığını, bu haksız kullanım için ticari faiz işletilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

 

20. Davalı Şirket savunmasında, temerrüte düşülmeden önceki dönem için faiz istenemeyeceğini iddia etmiştir.

 

21. Asliye Hukuk Mahkemesi 18/2/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, gecikme faizinin ödenebilmesi için Şirketin temerrüte düşmesi gerektiğini, temerrütün muhtıranın tebliği tarihinde söz konusu olacağını belirtmiş; muhtıranın tebliği tarihinden önceki dönem için faiz işletilmesinin mümkün olmadığını açıklamıştır.

 

22. Başvurucu, bu karara karşı temyiz yoluna müracaat etmiştir. Temyiz dilekçesinde Şirketin kötü niyetli olarak başlattığı icra takibi sürecinde haksız olarak tahsil ettiği tutarı on yıldan fazla bir süre kullandıktan sonra faizsiz olarak iade etmesinin hakkaniyete uygun olmadığını belirtmiştir. Daire 20/6/2016 tarihinde kararı onamıştır. Karar düzeltme istemi 22/11/2018 tarihinde reddedilmiştir.

 

IV. İLGİLİ HUKUK

 

23. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 77. maddesi şöyledir:

 

"Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür.

 

Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur."

 

24. 6098 sayılı Kanun'un 78. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

 

"Borçlanmadığı edimi kendi isteğiyle yerine getiren kimse, bunu ancak, kendisini borçlu sanarak yerine getirdiğini ispat ederse geri isteyebilir."

 

"Borç olmadığı hâlde ödenmiş olan edimin geri istenmesine ilişkin diğer kanun hükümleri saklıdır."

 

25. 2004 sayılı Kanun'un 361. maddesi şöyledir:

 

"İcra dairelerince borçludan fazla para tahsil olunarak alacaklıya verildiği yahut yanlışlıkla bir tarafa para tediye olunduğu hesap neticesinde anlaşılırsa verilen para ayrıca hükme hacet kalmaksızın o kimseden geri alınır. "

 

V. İNCELEME VE GEREKÇE

 

26. Anayasa Mahkemesinin 6/10/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

 

A. Başvurucunun İddiaları

 

27. Başvurucu, mal varlığından haksız yere alınan paranın on yıldan fazla bir süre kullanılmasından sonra nemalandırılmadan iade edilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesi ile Anayasa'nın 36. maddesine yer vererek söz konusu kurallarda yargılamaların makul içinde sonuçlandırılması yükümlülüğünün hükme bağlandığını hatırlatmış ve Şirket tarafından açılan itirazın iptali davasının on yıl sürmesi nedeniyle paranın kullanımından uzun süre mahrum kaldığından şikâyet etmiştir. Başvurucu, parayı kullanamamaktan dolayı maruz kaldığı zararının tazmin edilmemesi sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

 

B. Değerlendirme

 

28. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

 

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

 

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

 

29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden de şikâyet etmekteyse de başvurucunun asıl şikâyeti Şirkete haksız yere ödediği paranın nemalandırılmadan iade edilmesi olduğundan tüm iddiaların mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir.

 

30. Öte yandan başvurucu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmasından şikâyet etmiş ise de uzun sürmesinden yakındığı yargılamanın eldeki bireysel başvuruya konu yargılama değil Şirket tarafından açılan itirazın iptali davasına ilişkin yargılama olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca başvurucunun makul sürede yargılanma hakkını ayrı bir şikâyet olarak değil, paranın kullanımından mahrum kalması suretiyle uğradığı mağduriyetin sebebi olarak başvuru formunda işlediği görülmektedir. Dolayısıyla makul sürede yargılanma hakkı yönünden bir inceleme yapılmasına gerek olmadığı kanaatine varılmaktadır.

 

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

 

31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

 

2. Esas Yönünden

 

32. Somut olayda iki özel hukuk kişisi arasındaki bir uyuşmazlık söz konusu olduğundan mülkiyet hakkına ilişkin incelemenin pozitif yükümlülükler kapsamında yapılması gerekmektedir.

 

a. Mülkün Varlığı

 

33. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54). Bu nedenle öncelikle başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaati olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31). Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Başvurucu tarafından Şirkete ödenen 16.599 TL'nin başvurucu yönünden mülk teşkil ettiği açıktır.

 

b. Genel İlkeler

 

34. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

 

35. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma, oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).

 

36. Özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda olayda tarafların birbirleriyle çatışan menfaatleri bulunmaktadır. Dolayısıyla tarafların karşı karşıya gelen menfaatleri çerçevesinde mülkiyet hakkını korumakla yükümlü bulunan devletin maddi ve usule ilişkin pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği dikkate alınarak sonuca varılmalıdır. Bu bağlamda ilk olarak belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı irdelenmelidir (Hüseyin Ak, B. No: 2016/77854, 1/7/2020, § 53).

 

37. İkinci olarak başvuruculara mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı incelenmelidir. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).

 

38. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/12563, 24/5/2018, § 52).

 

39. Son olarak ise başvurucuların mülkiyet haklarını koruyacak ve onlara yeterli güvenceler sağlayacak hukuksal mekanizmaların oluşturulup oluşturulmadığı incelenmelidir. Özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun koyucuya ve somut olayın koşulları gözönünde bulundurularak derece mahkemelerine ait bir yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca da yol açmaması gerekir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmesi pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak menfaatlerin adil bir şekilde dengelenip dengelenmediği değerlendirilmelidir (Faik Tari ve Sultan Tari, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52).

 

c. İlkelerin Olaya Uygulanması

 

40. Somut olayda Şirket tarafından un emtiası ticaretinden dolayı başvurucunun 16.516.100.000 (eski) TL borçlu olduğu ileri sürülerek başvurucu aleyhine başlatılan ilamsız icra takibi başvurucunun borca itirazı üzerine durmuş ise de başvurucu, mahkeme kararıyla uygulanan ihtiyati haczin kaldırılmasını sağlamak için İcra Dairesi aracılığıyla 2/5/2003 tarihinde Şirkete 16.599 TL ödeme yapmıştır. Ancak Şirket tarafından açılan itirazın iptali davasında 2/4/2014 tarihinde kesinleşen kararla başvurucunun Şirkete borçlu olmadığı tespit edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, Şirkete ödediği 16.599 TL'nin 2/5/2003 tarihi itibarıyla işletilecek yasal faiziyle birlikte iadesi için muhtıra yazılmasını istemiş, İcra Dairesi faiz yönünden talebi reddetmiş, sadece asıl alacak için Şirkete muhtıra göndermiş ve Şirketten temin ettiği 16.608 TL'yi 24/6/2014 tarihinde başvurucuya ödemiştir. Başvurucu, 16.599 TL'ye 2/5/2003 - 24/6/2014 döneminde işleyecek faizin tazmini istemiyle 17/7/2014 tarihinde Şirket aleyhine dava açmış ise de Asliye Hukuk Mahkemesi, muhtıra tarihinden önceki dönem yönünden temerrütün söz konusu olmaması sebebiyle Şirketin faiz ödeme yükümlülüğünün bulunmadığını belirterek davayı reddetmiştir.

 

41. Başvurucu, esas itibarıyla 16.599 TL'nin Şirket tarafından haksız olarak kullanılmasına rağmen faiz ödenmeden iade edilmesinden şikâyet etmektedir.

 

42. Devletin bir özel hukuk kişisinin diğer bir kişinin mal varlığını haksız yere kullanması hâlinde ortaya çıkan zararı telafi etmeye yönelik tedbirler alması mülkün korunması kapsamında devlete yüklenen pozitif yükümlülüklerin bir gereğidir. Bu bağlamda öncelikli olarak incelenecek mesele bir kimsenin mal varlığının başka bir kimse tarafından haksız yere kullanılması hâlinde bunu telafi etmeye yönelik hukuki çarelerin mevcut olup olmadığıdır. Uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Kanun'un 77. maddesinde, haklı bir sebep olmaksızın bir başkasının mal varlığından zenginleşenin, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlü olduğu belirtilmiş, devam eden maddelerde de sebepsiz zenginleşmeye dair detaylı hükümlere yer verilmiştir. Öte yandan 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 31. maddesine göre hâkimin davayı aydınlatma görevi olduğu gibi aynı Kanun'un 33. maddesi uyarınca hâkim Türk hukukunu resen uygular. Bu nedenledir ki, dava dilekçesinde başvurucunun talebini dayandırdığı vakıalara uygun hukuki sebebi bulmak ve uygulamak, hâkimin görevi olduğu nazara alındığında bir kişinin başka bir kişiye ait mal varlığını haksız yere kullanması hâlinde oluşan zararın tazminine yönelik yeterli yasal altyapının bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca başvurucunun bu yasal altyapının yetersizliğiyle ilgili olarak bir iddiası da bulunmamaktadır.

 

43. Pozitif yükümlülükler yönünden ikinci olarak incelenmesi gereken mesele mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye ilişkin olarak başvuruculara etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığıdır. Olayda başvurucunun tazminat davası açabilme yönünden herhangi bir engelle karşılaşmadığının ve davanın esasının Asliye Hukuk Mahkemece incelendiğinin altı çizilmelidir. Öte yandan başvurucunun kendisini avukatla temsil ettirdiği, tüm iddia ve itirazlarını ileri sürme fırsatına kavuştuğu da anlaşılmaktadır.

 

44. Bu çerçevede başvurucunun 16.599 TL'nin Şirket tarafından haksız olarak kullanılması sebebiyle ticari faize hükmedilmesi gerektiğini ileri sürdüğü görülmüştür. Ancak Asliye Hukuk Mahkemesi başvurucunun talebini temerrüt faizi istemi olarak nitelemiş ve hukuksal değerlendirmesini bu çerçevede yapmıştır. Belirtilmelidir ki başvurucunun dava dilekçesindeki yakınması gecikme faizi ödenmemesine yönelik değildir. Başvurucu, borçlu olmadığı hâlde Şirkete ödemek zorunda kaldığı 16.599 TL'nin on yıldan fazla bir süre Şirketin kullanımında kalmasına rağmen faizsiz olarak ödenmesinden şikâyet etmiştir. Başvurucuya göre Şirket 16.599 TL'yi on yıldan fazla bir süre haksız yere kullanmış olup bunun karşılığında faiz ödeme yükümlülüğü altında bulunmaktadır.

 

45. Başvurucunun Şirkete borcunun bulunmadığı Asliye Hukuk Mahkemesinin Yargıtay denetiminden geçmiş 5/4/2011 tarihli kararıyla sabit hâle gelmiştir. Diğer bir ifadeyle başvurucu ile Şirket arasında bir satış sözleşmesinin kurulduğunun ispatlanamadığı yargı kararıyla saptanmıştır. Dolayısıyla başvurucunun 2/5/2003 tarihinde Şirkete 16.599 TL ödeme yapmasının hukuki dayanaktan yoksun olduğu tespit edilmiş bulunmaktadır. Nitekim İcra Dairesince de, Şirkete yapılan ödemenin dayanaktan yoksun hâle geldiği gözetilerek bu tutarın başvurucuya iadesi sağlanmıştır. Ancak başvurucu, 16.599 TL'nin ödenmesinin yeterli olmayacağını, paranın Şirketin yedinde kaldığı 2/5/2003-24/6/2014 dönemi için faiz de ödenmesi gerektiğini iddia etmektedir.

 

46. Başvurucuya ait paranın 11 yıl 1 ay 22 gün boyunca Şirketin yedinde bulunması başvurucuyu bu paranın kullanımından anılan süre kadar mahrum bırakmıştır. Başvurucu, bu para üzerinde tasarrufta bulunamadığı gibi paranın değerinin düşmesini önleyici tedbirler de alamamıştır. Bu durumun başvurucuya külfet yüklediği açıktır.

 

47. Pozitif yükümlülükler yönünden dikkate alınacak diğer bir husus da tarafların menfaatleri arasında adil bir denge gözetilip gözetilmediğidir. Devletin alacaklının haklarını korumaya, bu bağlamda alacağına hızlı bir biçimde kavuşmasını sağlamaya yönelik tedbirler alması mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin bir gereğidir. Bununla birlikte iki özel kişi arasındaki uyuşmazlık söz konusu olduğunda devletin her iki tarafın da menfaatlerini gözetmesi gerektiği unutulmamalıdır. Bu bağlamda her iki tarafın da devletin eşit ilgisine mazhar olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır. Dolayısıyla özel hukuk uyuşmazlıklarının çözümünde taraflardan biri aleyhine açık dengesizliklerin oluşmasından kaçınılması gerekir (Ayten Saka ve Nurten Saka, B. No: B. No: 2018/38147, 20/10/2021, § 65).

 

48. Somut olayda başvurucudan alacaklı olduğunu iddia eden Şirket, başvurucu aleyhine hem ilamsız icra takibi başlatmış hem de ihtiyati haciz uygulanması talebinde bulunmuş ve bu süreçlerin işletilmesi neticesinde alacağının varlığının henüz kesinleşmediği bir dönemde başvurucudan 16.599 TL tahsil etmiştir. Şirket başvurucudan 2/5/2003 tarihinde tahsil ettiği parayı 24/6/2014 tarihinde aynı miktarda geri ödemiştir. Dolayısıyla Şirket, hukuki dayanağının bulunmadığı mahkeme kararıyla tespit edilen 16.599 TL'yi karşılıksız kullandığı hâlde bu kullanım karşılığında herhangi bir ek külfete maruz kalmamıştır. Oysa tersi bir durumda -başvurucunun 24/6/2014 tarihinde ödeme yapmış olması hâlinde- Şirket asıl borcun yanında gecikme faizi de istemeye müstahak olacaktır. Dolayısıyla somut olaydaki uygulamada alacaklı ile borçlunun menfaatlerinin eşit bir biçimde gözetildiği söylenemeyecektir.

 

49. Başvurucunun Şirkete nazaran dezavantajlı bir konumu düşürülmesinin Asliye Hukuk Mahkemesinin başvurucunun talebini sözleşmeye dayalı temerrüt faizi olarak nitelemesinden kaynaklandığı anlaşılmıştır. Hâlbuki taraflar arasında bir sözleşmenin kurulmadığı yargı kararıyla sabit hâle gelmiştir. Taraflar arasında bir sözleşme bulunmamasına rağmen borçlunun temerrüdüne ilişkin hükümlerin uygulanması makul ve öngörülebilir değildir. Nitekim başvurucu da temerrüt faizi değil paranın kullanımından mahrum kalmasından kaynaklı olarak faiz talep etmiştir.

 

50. Sonuç olarak başvurucunun 16.599 TL'sinin 11 yıl 1 ay 22 gün boyunca Şirket tarafından haksız olarak kullanıldığı ve başvurucu bu süre zarfında söz konusu para üzerinde tasarrufta bulunmaktan mahrum kaldığı hâlde paranın değerinde enflasyon etkisiyle oluşan değer kaybının karşılanmaması başvurucunun menfaatleri ile Şirketin menfaatleri arasında adil bir denge kurulamaması, dolayısıyla mülkiyet hakkının pozitif yükümlülüklerinin devlete yüklediği ödevlerin ihlal edilmesi sonucunu doğurmuştur.

 

51. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

 

3. Giderim Yönünden

 

52. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve 43.000 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

 

53. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

 

54. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

 

55. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

 

56. İncelenen başvuruda, başvurucunun alacağının enflasyon karşısında yitirdiği değerin karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

 

57. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

 

58. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamaya hükmedilmesinin yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebi reddedilmiştir.

 

59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

 

VI. HÜKÜM

 

Açıklanan gerekçelerle;

 

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

 

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

 

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Söke 1. Asliye Hukuk Mahkemesine

(E.2014/445, K.2015/103) GÖNDERİLMESİNE,

 

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

 

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

 

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

 

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 6/10/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.


Bu sayfa 104 kez görüntülendi.
- Karara ilişkin daha detaylı bilgi almak için soru / cevap kısmından bize ulaşabilirsiniz -

Yargıtay Danıştay Sayıştay

BÖLGE ADLIYE MAHKEMESI

ANAYASA MAHKEMESI


Bu Sitede yeralan verilerin tamamı ihalekararisor.com' a ait olup. İzinsiz kopyalanması ve yayınlanması izni verilmemiştir.

Web Tasarım İntramor