13. Diğer taraftan mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu edilen yargılama sürecinin bütününe bakıldığında başvurucuların kendisini vekil ile temsil ettirdiği, başvuruculara itiraz ve savunmalarını ortaya koyabilme ve delillerini sunabilme olanağının tanındığı anlaşılmaktadır. Buna göre bölge adliye mahkemesinin ödemenin ispat külfetinin davacı tarafta (başvurucularda) olduğu kabulünün keyfî ve temelsiz olmadığı ve taşınmaz bedelinin ödenmediği savunmasında bulunan davalıların bedelin ödenmediğini ispat etmek durumunda olmadığı sonucuna ulaşılmış olmasında bariz takdir hatası veya keyfîlik tespit edilememiştir. Öte yandan başvurucuların iddia ve itirazlarını ileri sürebildiği ve derece mahkemelerinin başvurucunun bu iddialarına ilgili ve yeterli gerekçelerle cevap verdiği dikkate alındığında mülkiyet hakkının usul güvencelerinin somut olayda başvuruculara sağlandığını ifade etmek gerekir. Son olarak somut olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurulduğunda devletin pozitif yükümlülüklerinin gerektirdiği menfaatler dengesinin başvurucular aleyhine ölçüsüz bir biçimde bozulmadığı değerlendirilmiştir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
HANİFE KURİŞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2020/6534) |
|
Karar Tarihi: 7/6/2023 |
|
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Recai AKYEL |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
İrfan FİDAN |
|
|
Muhterem İNCE |
Raportör |
: |
Mahmut ALTIN |
Başvurucular |
: |
1. Hanife KURİŞ |
|
|
2. Muammer KURİŞ |
|
|
3. Musa KURİŞ |
Başvurucular Vekili |
: |
Av. Kudret HAFIZOĞLU |
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
2. Başvurucuların murisi R.A.K. ile -davalıların murisi- M.Ç. arasında başvuru konusu 1518 m²lik taşınmaza ilişkin olarak 18/6/1969 tarihinde noterde satış vaadi
sözleşmesi imzalanmıştır. Söz konusu satış vaadi sözleşmesinde M.Ç. 70.000 eski TL bedel ile taşınmazı başvurucuların murisine sattığı ve satış bedelinin tamamı ödendiğinde bir ay içinde taşınmazın tapusunu devredeceği kararlaştırılmıştır. Buna mukabil satış vaadi alacaklısı başvurucuların murisi ise satış bedelinin 20.000 eski TL'sini peşin ödediğini, bakiye 50.000 eski TL'yi ise 1969 yılına ait farklı vade tarihli 12.500 eski TL bedelli 4 ayrı bono/senet ile ödemeyi kabul etmiştir.
3. Başvurucuların murisi, 2013 ve 2014 yıllarında M.Ç. mirasçıları aleyhine ayrı ayrı açtığı -sonrasında birleştirilen- davalar ile başvuru konusu taşınmazın tapusunun iptali ile kendi adına tescilini talep etmiştir. Başvurucuların murisi, dava dilekçelerinde satış vaadi sözleşmesinden sonra senet bedellerinin ödendiğini ve davalının hiçbir alacağı kalmadığını belirterek taşınmazın kendisine teslim edildiğini beyan etmiştir. Başvurucuların murisi ayrıca 1969 yılından beri taşınmazı kesintisiz kullanmakta olduğunu, ticari faaliyetlerini yürüttüğünü, satış vaat edenin 1969 yılından sonra taşınmazla hukuki ve fiilî hiçbir irtibat kalmadığını, taşınmazın tüm emlak vergilerini/beyannamelerini yatırdığını dile getirmiştir.
4. Mahkemece satış vaadi sözleşmesine konu 70.000 eski TL'nin 20.000 eski TL’sinin ödendiği, geri kalan kısmın ödendiğinin ispatlanamadığı kabul edilerek, ödenmeyen 50.000 eski TL’nin denkleştirici adalet ilkesi uyarınca dava tarihindeki güncellenmiş değeri olarak 107.190,79 TL'nin depo edilmesine karar verilmiştir. Bu bedelin depo edilmesi üzerine 6/9/2016 tarihinde davaların kabulüne karar verilerek davalılar adına olan tapunun iptali ile başvurucular murisi adına tesciline hükmedilmiştir.
5. Mahkeme kararı taraflarca istinaf edilmiştir. Başvurucuların murisi istinaf dilekçesinde satış vaadi sözleşmesine konu bedelin 20.000 eski TL’sinin peşin, kalanın ise verilen bonolarla süresinde ödendiğini ileri sürmüştür. Bölge adliye mahkemesince, mahkeme kararı kaldırılarak 4/7/2018 tarihinde davaların reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, bononun götürülecek borçlardan olduğu ve bizzat senet lehtarına ödenmek ve senedin iadesiyle borçtan kurtulmanın mümkün olduğu, davalı tarafın senet bedelini almadığını ispat etmek zorunda bulunmadığı, davacının bedelin ödendiğini ispat etmek zorunda olduğu ancak taşınmazın 50.000 eski TL’lik bakiye bedelinin ödendiğinin ispat edilemediği belirtilmiştir. Buna göre dava tarihi itibarıyla taşınmazın rayiç bedeli belirlendikten sonra ödenen kısmın %28,57 oranında, ödenmeyen kısmın ise %71,42 oranında olduğu açıklanmıştır. Ardından eksik/kalan bedelin dava tarihi itibarıyla rayiç değerinin 3.822.912,67 TL olduğu vurgulanmıştır. Netice itibarıyla verilen kesin süre içerisinde 3.822.912,67 TL bakiye bedelin depo edilmemesi nedeniyle davaların reddedildiği izah edilmiştir.
6. Başvurucuların murisi 28/9/2019 tarihinde vefat ettikten sonra taraflarca temyiz edilen bölge adliye mahkemesi kararı, 15/10/2019 tarihinde Yargıtay 14. Hukuk Dairesince onanmıştır.
7. Başvurucular nihai hükmü 7/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 20/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
8. Başvurucular, evvela başvuru konusu taşınmazın satış vaadi sözleşmesine uygun olarak senetlerinin vadesinde ödendiğini ve 1969 yılından beri taşınmazın kullandıklarını ve vergilerini ödediklerini vurgulamıştır. Başvurucular etkin bir inceleme yapılmaksızın hukuka ve yerleşik içtihatlara aykırı olarak davaların reddedilmesinden yakınmaktadır. Başvurucular özellikle senetlerin düzenlenerek vaat borçlusuna teslim edildiğini, bu nedenle kendi zilyetliğinde bulunmadığını, senetleri davalı tarafın ibraz etmesi gerekirken kendisinden senetlerin ibrazının beklenmesinin isabetsiz olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca davalı tarafça sözleşmeye konu senetlerin ödenmediği savunulduğuna göre senetlerin davalıların elinde olması gerektiği ve senetler davalıların elinde olmadığı kabul ediliyorsa senetlerin ödendiği veya devredildiğinin kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bunun yanında emre muharrer senetlerin götürülecek borç değil aranacak borç niteliğinde bulunduğu dile getirilmiştir. Öte yandan 1969 yılından beri davalılar tarafından ne alacağın tahsili ne de sözleşmenin iptaline ilişkin dava açılmadığına dikkat çekilerek bedelin ödenmemesi hâlinde taşınmazın kullanılmasına muvafakat edilmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu öne sürülmüştür.
9. Başvuru, mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.
10. Somut olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale olmadığından başvurunun devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden incelenmesi gerekmektedir.
11. Anayasa Mahkemesi; Türkiye Emekliler Derneği (B. No: 2012/1035, 17/7/2014), Eyyüp Boynukara (B. No: 2013/7842, 17/2/2016), Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi (B. No: 2014/8649, 15/2/2017), Selahattin Turan (B. No: 2014/11410, 22/6/2017), Hüseyin Ak (B. No: 2016/77854, 1/7/2020) ve Birgül Pişkin ve diğerleri (B. No: 2014/2085, 26/10/2017) kararlarında devletin pozitif yükümlülüklerine ilişkin uygulanacak anayasal ilkeleri ortaya koymuştur. Kararlarda evvela Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri kapsamında belirli tedbirlerin alınmasını gerektirdiği vurgulanmıştır. Bu çerçevede devletin pozitif yükümlülüğünün mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma, oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluklarını içerdiğine dikkat çekilmiştir. Bu bağlamda ilk olarak belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı, ikinci olarak başvuruculara mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye etkin bir biçimde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığının incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Bununla birlikte usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmasının zorunluluğuna işaret edilmiştir. Nihayet özel kişilerin mülkiyet haklarının çatıştığı bu gibi durumlarda her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir sonuca da yol açmaması, menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine bireysel olarak aşırı ve olağan dışı bir külfetin yüklenmemesi gerektiği ifade edilmiştir.
12. Bu ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde davaların reddine karar veren bölge adliye mahkemesi gerekçesinde, başvurucuların murisinin açtığı tapu iptali ve tescil davasının satış vaadi sözleşmesine konu senetlerin ödendiğinin ispat külfetinin davacı tarafta olduğu ve başvurucuların murisinin de bunu ödemeyi ancak senetleri sunarak ispatlayabileceği, aksi hâlde ödenmeyen bedelin dava tarihindeki rayiç değerinin ödenmesi gerektiği izah edilmiştir. Bu durumda derece mahkemelerince mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına konu edilen uyuşmazlığın çözümüne ilişkin olarak önceden oluşturulan, öngörülebilir, ulaşılabilir ve belirli nitelikte olduğu anlaşılan bir hukuksal çerçeve kapsamında delillerin değerlendirildiği ve hukuk kurallarının yorumlanarak sonuca varıldığı görülmektedir.
13. Diğer taraftan mülkiyet hakkının ihlali iddiasına konu edilen yargılama sürecinin bütününe bakıldığında başvurucuların kendisini vekil ile temsil ettirdiği, başvuruculara itiraz ve savunmalarını ortaya koyabilme ve delillerini sunabilme olanağının tanındığı anlaşılmaktadır. Buna göre bölge adliye mahkemesinin ödemenin ispat külfetinin davacı tarafta (başvurucularda) olduğu kabulünün keyfî ve temelsiz olmadığı ve taşınmaz bedelinin ödenmediği savunmasında bulunan davalıların bedelin ödenmediğini ispat etmek durumunda olmadığı sonucuna ulaşılmış olmasında bariz takdir hatası veya keyfîlik tespit edilememiştir. Öte yandan başvurucuların iddia ve itirazlarını ileri sürebildiği ve derece mahkemelerinin başvurucunun bu iddialarına ilgili ve yeterli gerekçelerle cevap verdiği dikkate alındığında mülkiyet hakkının usul güvencelerinin somut olayda başvuruculara sağlandığını ifAade etmek gerekir. Son olarak somut olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkânlar ile tarafların tutum ve davranışları gözönünde bulundurulduğunda devletin pozitif yükümlülüklerinin gerektirdiği menfaatler dengesinin başvurucular aleyhine ölçüsüz bir biçimde bozulmadığı değerlendirilmiştir.
14. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların mülkiyet hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığının açık olması dolayısıyla başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekmiştir.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 7/6/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.