YARGITAY

DANISTAY

SAYISTAY

BÖLGE ADLIYE MAHKEMESI

ANAYASA MAHKEMESI

KURUL KARARLARI

YARGITAY

DANISTAY

SAYISTAY

BÖLGE ADLIYE MAHKEMESI

ANAYASA MAHKEMESI

KURUL KARARLARI

Ortaokul yıllarında örgüt evine gitmenin terör örgütü üyeliği olarak değerlendirmesinin mümkün olmadığı hk. (AYM)

Karar Özeti

49. Somut olayda tanıklar A.G. ve M.E. beyanlarında; başvurucunun o tarihlerde cemaat olarak bilinen yapının evlerine ders çalışmak için geldiğinde ilgilendikleri öğrencilerden olduğunu, sonrasında onunla irtibatlarını kestiklerini ve başvurucunun Deniz Harp Okuluna girdiğini ifade etmişlerdir. Ayrıca tanık A.G. başvurucunun askerî okulu kazanmasında yapının bir etkisinin olup olmadığını ve sınavı kazandığı tarihlerde yapı içinde bulunup bulunmadığını da bilmediğini belirtmiştir. Bu kapsamda 1996 doğumlu olan başvurucunun savunmasında ve tanık beyanlarında da anlatıldığı şekilde 2008-2010 yıllarında örgütle bağlantılı evlere gitmesi tek başına örgütsel bir faaliyet olarak değerlendirilemeyecektir. Öte yandan kovuşturma evresinde dinlenen tanık R.O.G.nin başvurucunun örgütle ilişkisini devam ettirdiğine dair beyanı ise kendisinin de belirttiği üzere bilgi veya görgüye değil duyuma dayanmaktadır. Dolayısıyla söz konusu tanık beyanlarının örgütsel bir faaliyet bakımından kuvvetli suç belirtisi olarak kabulü mümkün değildir.

 

Karar

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ÜMİT ÇİFTÇİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/5753)

 

Karar Tarihi: 26/5/2021

 

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Tahir Hami TOPAÇ

Başvurucu

:

Ümit ÇİFTÇİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

 

1. Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

 

II. BAŞVURU SÜRECİ

 

2. Başvuru 18/2/2019 tarihinde yapılmıştır.

 

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

 

4. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddiaların kabul edilemez olduğuna, tutuklamanın hukukiliğine ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin ise Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

 

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

 

6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

 

III. OLAY VE OLGULAR

 

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

 

8. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).

 

9. Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12).

 

10. Darbe teşebbüsü sonrasında Konya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'ye ilişkin olarak başlatılan 2017/19799 sayılı soruşturma kapsamında başvurucu 13/4/2018 tarihinde gözaltına alınmıştır.

 

11. Başvurucu 21/4/2018 tarihinde Konya Emniyet Genel Müdürlüğünde ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle Konya Anadolu Lisesinden 2014 yılında mezun olduktan sonra Deniz Harp Okulunu kazandığını, 2016 yılında askerî okulların kapatılması üzerine Gazi Üniversitesi Teknoloji Fakültesine yatay geçiş yaptığını, hâlen bu Fakültenin üçüncü sınıfında öğrenimine devam ettiğini, askerî okul sınavlarına kendi isteği ile girdiğini, hiç kimse tarafından yönlendirilmediğini, ortaokul altıncı ve yedinci sınıflarda Gökkuşağı isimli okuma salonu şeklindeki bir yere ders çalışmak için gittiğini, bu dönemde özel ders vermek amacıyla zaman zaman farklı evlere götürüldüğünü, okuma salonu ve evlerin örgüte ait olduğunu bilmediğini, ByLock programını kullanan ve hakkında FETÖ/PDY soruşturması bulunan kişiler ile telefon görüşmelerini gösteren şemalarda adı geçen kişileri hatırlamadığını ve tanımadığını, eğitim hayatı boyunca ailesi ile birlikte ikamet ettiğini, FETÖ/PDY ile bir ilişkisinin bulunmadığını belirtmiştir.

 

12. Başvurucu 26/4/2018 tarihinde Konya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiştir.

 

13. Konya 3. Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte başvurucunun sorgusunu yapmıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucuya isnat edilen suçlar anlatılmış ve sorgu esnasında başvurucunun Konya Barosunca görevlendirilen müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu savunmasında özetle kendisini fotoğraftan teşhis eden ve aleyhinde beyanları bulunan tanıkların işlettiği okuma salonuna birkaç kez gittiğini, tanıkların kendisinin (başvurucu) FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu yönündeki beyanlarını kabul etmediğini, dolayısıyla FETÖ/PDY'ye dâhil olmadığını ifade etmiştir.

 

14. Başvurucu, Konya 3. Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından 26/4/2018 tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

 

"...üzerilerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun vasıf ve mahiyeti, şüphelilerin üyesi ya da mensubu olduğu iddia edilen FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün Milli Güvenlik Kurulu tarafından terör örgütü olarak tespit edilmesi, FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün mensubu olduğu belirtilen ... TSK'da görevli bir kısım askeri unsurların, mevcut anayasal düzeni değiştirmeye ve T.C hükümetini ortadan kaldırmaya yönelik silahlı darbe girişimi, şüphelilerin üyesi olduğu iddia edilen örgütün çok gizli ve sistematik bir şekilde birçok kamu kurumunda ve askeriyede örgütlenmesi, olayla ilgili olarak düzenlenen tutanaklar, yapılan soruşturmalar ve tespitler, alınan ifadeler, bir kısım itirafçı beyanları ve mevcut dosya kapsamı göz önüne alınarak kuvvetli suç şüphesinin varlığına ilişkin delillerin bulunması, atılı suçun C.M.K'nun 100/3-a-11. maddesinde yazılı katalog suçlardan olması, bu suçun adı geçen maddenin amir hükmü gereğince özel bir tutuklama sebebinin varlığına kanuni karine olarak kabul edilmesinden kaynaklanan özel tutuklama sebeplerinin varlığı ve bu suça öngörülen ceza miktarı itibariyle şüphelilerin henüz kendileri ile ilgili olarak ifadeleri alınamayan tanık veya başkaları üzerinde baskı yapma girişiminde bulunma hususunda kuvvetli şüphenin oluşması, bir kısım şüphelilerin askeri mahrem yapılanması içinde BTM ve ŞDTM görevlerinde bulunmaları ve diğer bir kısım üst düzey örgüt mensupları ile yoğun şekildeki HTS görüşme tutanakları, örgüt toplantılarına katıldıklarına ilişkin tanık beyanları, darbe girişiminin vehameti ve toplumsal boyutu dikkate alınarak T.C. Anayasasının 90, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5/1-b maddesi çerçevesinde kamu düzeninin muhafaza ihtiyacı yeniden suç işlenmesinin önlenmesi ve örgüt mensuplarının yeniden bir araya gelerek örgütlenmelerinin önüne geçilmesi gerektiği, bu kapsamda örgüt üyesi olduğu iddia edilip firari ve kaçak durumda olup hakkında bugüne kadar işlem yapılamamış kişilerin yeniden örgütün faaliyetini sürdürmek ve yeniden örgütlenme çabalarına ilişkin yapılan tespitler, bu hususta somut izleme ve görüntü kayıtları ve bir kısım hakkında yeni işlem yapılan şüphelilerin ifadelerinde yeniden örgütlenme faaliyetlerinin bulunduğunun açıkça beyan ve ikrar edilmesi tüm bu sebeplerle bu kişilerle ilgili yapılan soruşturmalarda alınan ifadelerde FETÖ/PDY terör örgütünün faaliyetlerine ve örgütlenmelerine devam etme girişimlerinin bulunduğu anlaşıldığından bu örgütün halen kamu güvenliğini tehdit eder boyutta olması ve kamu güvenliğinin korunmasının ve sürdürülmesinin sağlanması gerektiğinden şüphelilerin tutuklama yerine adli kontrol yükümlülüğünün altına alınmalarının bu aşamada yeterli görülmediği, tutuklama tedbirine müracaat edilmesinde ülkemizin içinden geçtiği süreçte nazara alındığında ölçüsüzlük olmayacağı kanaatine varılarak şüpheliler ve müdafilerinin serbest bırakılma taleplerinin reddi ile CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince şüphelilerin ayrı ayrı tutuklanmalarına... [karar verildi.]"

 

15. Başvurucunun tutuklama kararına yaptığı itiraz Konya 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 7/5/2018 tarihinde reddedilmiştir.

 

16. Konya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 8/5/2018 tarihinde aralarında başvurucunun da bulunduğu bir kısım şüpheli bakımından tefrik kararı verilmiş; 2018/27344 sayılı soruşturmaya kaydedilen dosya, aynı tarihte verilen yetkisizlik kararı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

 

17. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2/10/2018 tarihli iddianameyle başvurucu ve diğer şüphelilerin terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmaları istemiyle haklarında İstanbul 29. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.

18. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgiler verilmiş, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilerek başvurucunun terör örgütü üyesi olduğu iddia edilmiştir.

 

19. Başvurucuya yönelik suçlamaya ilişkin olarak iddianamede gösterilen olgu, haklarında yapılan soruşturmalarda şüpheli sıfatıyla dinlenen ve başvurucuyu fotoğrafından teşhis eden tanıkların beyanlarıdır. Söz konusu tanık beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:

 

-Tanık A.G. ifadesinde "Ümit Çiftçi isimli şahıs ortaokul ve lise döneminde benim ilgilendiğim öğrenciydi. Daha sonra Deniz Harpokulunu kazandı" şeklinde beyanda bulunmuştur.

 

-Tanık M.E. ifadesinde "Ümit Çiftçi isimli şahıs lisede okuduğu dönemde yapıya ait öğrenci evinde kalıyordu. Daha sonradan askeriyeye girdi" şeklinde beyanda bulunmuştur.

 

20. İddianame İstanbul 29. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilerek E.2018/291 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 5/11/2018 tarihinde yapılan tensip incelemesinde başvurucu hakkındaki davanın ayrılmasına, dosyanın yetkisizlik kararı ile Konya Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.

 

21. Yetkisizlik kararı üzerine dosyanın tevzi edildiği Konya 9. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 21/12/2018 tarihinde yaptığı tensip incelemesi neticesinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına, tutukluluk durumunun 17/1/2019 tarihinde incelenmesine ve ilk duruşmanın 12/2/2019 tarihinde yapılmasına karar vermiştir.

 

22. Mahkeme daha önce alınan karar uyarınca başvurucunun tutukluluk durumunu 17/1/2019 tarihinde incelemiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz da Konya 1. Ağır Ceza Mahkemesince incelenerek 25/1/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.

 

23. Mahkeme 12/2/2019 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında Deniz Harp Okulunu 2014 yılında kazandığını, lise öğrenimi sırasında FETÖ/PDY ile iltisakı olmayan bir dershaneye gittiğini, gerek lisede gerekse Deniz Harp Okulundayken örgütle ilgili sohbetlere katılmadığını, ismini hatırlamadığı bir öğretmenin yönlendirmesiyle ortaokul döneminde Gökkuşağı isimli bir okuma salonuna masa tenisi ve satranç turnuvasına katılma amacı ile gittiğini, bu okuma salonunun örgütle bağlantısını bilmediğini, okuma salonundaki görevlilerin isimlerini hatırlamadığını, A.G. ve M.E. isimli kişileri tanımadığını ve bu kişilerin kontrolünde herhangi bir sohbete katılmadığını ifade etmiştir.

 

24. Mahkemece aynı duruşma sonunda adli kontrol tedbirleri uygulanarak başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

 

"Sanığa isnat edilen suçun niteliği, mevcut delil durumu, delillerin büyük oranda toplanmış olması, sanığın 25/04/2018 tarihinden bu yana tutuklu olması, bu aşamadan sonra kaçacağına veya delilleri karartacağına ilişkin dosyaya yansıyan bir bilgi ve belge bulunmaması dikkate alınarak sanığın tahliyesine..."

 

25. Başvurucu 18/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

 

26. Mahkeme, haklarında yürütülen soruşturmalarda başvurucu aleyhine anlatımları bulunup iddianamede ifadelerine yer verilen kişiler ile (bkz. § 19) yine hakkında yürütülen soruşturmada başvurucu aleyhine beyanı bulunduğunu tespit ettiği bir kişiyi tanık olarak dinlemiştir. Bu kapsamda;

 

-A.G. ifadesinde; FETÖ/PDY tarafından "Selçuklu Eyaleti Alaaddin Büyük Bölgesi" olarak adlandırılan yerin ilköğretim mesulü iken 2008-2010 yılları arasında ilgilendiği gruplardaki ortaokul talebelerinden bir tanesinin de başvurucu olduğunu, başvurucunun askerî lise sınavlarına hazırlandığını ancak sağlık problemleri nedeniyle askerî lise sınavını kazanamadığını, liseyi okuduktan sonra Deniz Harp Okulunu kazandığını duyduğunu, başvurucu ile ortaokul döneminde ilgilendiğini, başvurucuyu kime devrettiğini hatırlamadığını, başvurucunun askerî okulu kazanmasında yapının bir etkisinin olup olmadığını ve sınavı kazandığı tarihlerde yapı içinde bulunup bulunmadığını bilmediğini, 2010 yılında başvurucu ile ilgilenmeyi bıraktıktan sonra onunla irtibatının olmadığını, hatırladığı kadarıyla başvurucunun ortaokul döneminde "Musab" kod adını kullandığını, sonrasında kod adının değişip değişmediğini de bilmediğini ifade etmiştir.

 

-M.E. ifadesinde; 2006 yılından 2012 yılına kadar Selçuk Üniversitesinde öğrenci olduğunu, bu tarihler arasında o dönem için cemaat olarak bilinen yapıya ait farklı evlerde kaldığını ve ortaokul öğrencileri ile dersleri konusunda ilgilendiğini, başvurucunun da bu şekilde ilgilendiği öğrencilerden biri olduğunu, ortaokul son sınıftayken 2009-2010 yıllarında başvurucunun yapının evine gelip gittiğini, başvurucuya dersleri konusunda yardımcı olduğunu, her ne kadar kolluk ifadesinde başvurucunun lisede okuduğu dönemde yapının evlerine geldiğini beyan ettiği yazılı ise de bu bilginin muhtemelen yanlış aktarıldığını, ortaokul yıllarından sonra başvurucu ile bir daha görüşmediğini, başvurucunun askeriyeye girdiğini nereden duyduğunu hatırlamadığını beyan etmiştir.

 

-R.O.G ifadesinde; hakkında aynı suçtan soruşturma yürütüldüğünü, ortaokul sekizinci sınıftayken o zamanlar cemaat olarak bilinen yapıyla tanıştığını ve yapının evlerine yönlendirildiğini, kendisi gibi ders çalışma amacıyla bu evlere gelen kişilerden birinin de başvurucu olduğunu ve başvurucuyla bu şekilde tanıştığını, E.A. isimli bir abiye bağlı olduklarını, kendisine "Ömer", başvurucuya ise "Musab" kod adlarının verildiğini, öğrenci evinde kendileri dışında başka kişilerin de olduğunu, evde ders çalışıp namaz kıldıklarını, Fethullah Gülen'in kitaplarını okuduklarını, bu dönemde askerî okullara yönlendirildiklerini, kendisinin askerî liseyi kazandığını ancak başvurucunun trafik kazası geçirmesi nedeniyle askerî okula giremediğini, askerî okulu kazandıktan sonra başvurucu ile bağlantısının kesildiğini ve bir daha görüşmediğini, E.A. ve diğer kişilerden başvurucunun yapıyla bağlantısını devam ettirdiğini duyduğunu ancak kendisinin bir şey görmediğini beyan etmiştir.

 

27. Mahkeme, yargılama sonucunda 8/2/2021 tarihli hüküm ile başvurucu hakkında beraat kararı vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

 

"Sanığın savunmalarında suçlamaları kabul etmediği, ortaokul yıllarında bir öğretmenin tavsiyesi üzerine Gökkuşağı isimli bir okuma salonuna gittiğini, buranın örgütle alakalı olduğunu bilmediğini, bunun haricinde ne ortaokul ve lise yıllarında ne de daha sonrasında bu yapının evlerine ve yurtlarına gitmediğini, sohbetlerine katılmadığını beyan ettiği,

 

Tanıklar [A.G.], [M.E.] ve [R.O.G.] beyanlarında; sanığın ortaokul yıllarında örgütle iltisaklı evlere ders çalışmaya geldiğini beyan ettikleri, [A.G.] ve [M.E.nin] sanığın kendilerinin ilgilendiği öğrencilerden olduğunu belirttikleri,...

 

Sanıktan elde edilen materyallerin incelenmesinde, sanıktan ele geçirilen telefondaki whatsapp dökümanları içerisinde 15 Temmuz süreci ile alakalı 'Gerçeğin peşinde' adlı pdf şeklinde bir makale bulunduğu, whatsapp sohbetlerinde ise, sanığın bulunduğu bir gruba [A.O.] isimli şahıs tarafından yine 15 temmuz ile ilgili bir makale gönderilerek 'mutlaka okuyun' yazıldığı, başkaca bir suç ve suç unsuruna rastlanılmadığı,

 

Sanığın, Fetö/Pdy silahlı terör örgütü ile iltisaklı oldukları gerekçesiyle haklarında işlem yapılan ve bylock kullanıcısı olduğu tespit edilen şahıslar ile görüşmelerinin tespit edildiği, gerçekleşen telefon görüşmelerinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü bünyesinde eylem birlikteliği içinde gerçekleşip gerçekleşmediği hususunda herhangi bir iddia ve delil olmadığı,

 

Dosyadaki mevcut delillere göre; sanığın örgüt üyelerinin kendi aralarında gizli haberleşmeyi sağlamak için kullandıkları bylock uygulamasını indirmediği ve kullanmadığı, örgütle iltisaklı dernek ve vakıf üyeliğinin olmadığı, örgütün mali kalesi olarak bilinen Bank Asya'da hesabının bulunmadığı, örgütle iltisaklı işyerlerinde SGK kaydının olmadığı,

 

Her ne kadar sanık hakkında Fetö/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de; izah edilen delil durumu itibariyle, sanığa isnat edilen eylemlerin ortaokul yıllarında örgüt evlerine gitmek ve örgütle alakalı olduğu değerlendirilen birtakım makaleleri telefonunda bulundurmak olduğu, bunun dışında, sanığın örgüt adına himmet, kurban ve bağış topladığına, örgüt adına talimat alıp verdiğine, yapı ile bağını ortaokul yıllarından sonra da devam ettirerek örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğuna dair dosyaya yansıyan başkaca bir delil veya tanık anlatımının bulunmadığı, Yargıtay kararları ile de anlaşıldığı üzere, sanığın konumu ve kişisel özellikleri de nazara alındığında bu eylemlerin sempati ve iltisak boyutunu aşan, sanığın örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği kanaatine varıldığından, atılı suçtan 5271 sayılı CMK'nun 223/2-e maddesi gereğince beraatine karar verilmiştir."

 

28. Anılan beraat kararına karşı Cumhuriyet savcısı tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Bu başvuruda, başvurucu aleyhindeki tanık anlatımlarına yer verilip başvurucunun telefonunda A.O. isimli şahıs tarafından gönderilen "Gerçeğin peşinde 15 temmuz 2016" başlıklı bir makale tespit edildiği belirtilerek mahkûmiyet yerine beraat kararı verilmesinin isabetsiz olduğu ileri sürülmüştür.

 

29. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir.

 

IV. İLGİLİ HUKUK

 

30. İlgili hukuk için bkz. Metin Evecen, B. No: 2017/744, 4/4/2018, §§ 31-35.

 

V. İNCELEME VE GEREKÇE

 

31. Mahkemenin 26/5/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

 

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

 

32. Başvurucu, hakkında hiçbir delil bulunmamasına rağmen tutuklandığını ve tutukluluğa ilişkin kararlarda tutuklama nedenleri yönünden yeterli bir açıklamanın yer almadığını belirterek temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

 

33. Bakanlık görüşünde öncelikle Anayasa Mahkemesinin konuya ilişkin içtihatlarına atıfla başvurucunun tahliyesine karar verildiği ve tutukluluk hâlinin son bulduğu belirtilerek 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde düzenlenen tazminat davasının başvurucunun durumuna uygun, telafi kabiliyetini haiz, etkili bir hukuk yolu olduğu, dolayısıyla söz konusu şikâyet yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

 

34. Bakanlık görüşünde ayrıca Anayasa Mahkemesince esastan inceleme yapılacak olması durumunda ise tutuklama kararında kuvvetli suç şüphesinin ortaya konulduğu ileri sürülerek tutuklama kararının verildiği andaki genel koşullar ve somut olayın özel koşulları ile yargı mercileri tarafından verilen kararların içeriği birlikte değerlendirildiğinde başvurucu yönünden kaçma ve delilleri etkileme tehlikesine yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin olmadığının söylenemeyeceği belirtilmiştir.

 

35. Bakanlık soruşturma konusu suç için öngörülen yaptırımın ağırlığı, işin niteliği ve önemi de gözönünde tutulduğunda başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı sonucuna varılmasının keyfî olduğunun savunulamayacağı görüşündedir. Bakanlık görüşünde, bu hususlar dikkate alınarak başvurucunun tutuklanmasında herhangi bir keyfiyetin bulunmadığı hususuna vurgu yapılmış ve tutuklamanın hukuki olmadığına dair şikâyetin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilmez bulunması gerektiği vurgulanmıştır.

 

B. Değerlendirme

 

36. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

 

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

 

37. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği" kenar başlıklı 19. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

 

"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

 

...

 

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir."

 

38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla başvurucun tutuklamanın hukuka aykırı olduğuna yönelen iddialarının Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

 

1. Uygulanabilirlik Yönünden

 

39. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" kenar başlıklı 15. maddesi şöyledir:

 

"Savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve

hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz."

 

40. Anayasa Mahkemesi, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvuruları incelerken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejimini dikkate alacağını belirtmiştir. Buna göre olağanüstü bir durumun bulunması ve bunun ilan edilmesinin yanı sıra bireysel başvuruya konu temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin olağanüstü durumla bağlantılı olması hâlinde inceleme Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca yapılacaktır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 187-191).

 

41. Soruşturma mercilerince başvurucuya yöneltilen ve tutuklama tedbirine konu olan suçlama, başvurucunun darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğu

belirtilen FETÖ/PDY'nin üyesi olduğu iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi, anılan suçlamanın olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan olaylarla ilgili olduğunu değerlendirmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 57).

 

42. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olup olmadığının incelenmesi Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle başvurucunun tutuklanmasının başta Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri olmak üzere diğer maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 193-195, 242; Selçuk Özdemir, § 58).

 

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

 

43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmadığı anlaşılan bu iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

 

Selahaddin MENTEŞ ve İrfan FİDAN bu görüşe katılmamışlardır.

 

3. Esas Yönünden

 

a. Genel İlkeler

 

44. Genel ilkeler için bkz. Zafer Özer, B. No: 2016/65239, 9/1/2020, §§ 38-45.

 

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

 

45. Somut olayda öncelikle başvurucunun tutuklanmasının kanuni dayanağının olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Başvurucu, darbe teşebbüsü sonrasında hakkında yürütülen soruşturma kapsamında terör örgütüne üye olma suçlamasıyla 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesi uyarınca tutuklanmıştır. Bu itibarla başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.

 

46. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan tutuklama tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.

 

47. Konya 3. Sulh Ceza Hâkimliği tutuklama kararında başvurucunun adını zikretmemekle birlikte bir kısım şüpheli hakkında itirafçı beyanlarının bulunduğunu belirtmiştir (bkz. § 14). Tutuklama kararında değinilen bu beyanlara iddianamede yer verilerek başvurucunun ortaokul ve lise eğitimi aldığı dönemlerde kendisinden sorumlu kişilerin gözetiminde örgüt ile bağlantılı evlere gittiği ve bu evlerde kaldığı, bu kapsamda ilerleyen dönemlerde örgütün mahrem yapılanması içinde Türk Silahlı Kuvvetlerinde göreve başladığı gerekçesiyle terör örgütü mensubu olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

 

48. Anayasa Mahkemesi yakın zamanda verdiği bazı kararlarında tanık anlatımlarının kişinin örgütsel bağlantısına veya hangi örgütsel eylemlerde bulunduğuna ya da başvurucunun örgütsel konumuna ilişkin herhangi bir vaka veya olguya dayanmaması dolayısıyla kişisel kanaatin açıklanması niteliğinde olduğu, bu anlamda yargı makamlarının denetim yaparak söz konusu beyanları doğrulamasına ya da çürütmesine imkân vermediği gerekçesiyle kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilemeyeceği sonucuna varmıştır (E.A., B. No: 2016/78293, 3/7/2019, § 59; Ali Aktaş, B. No: 2016/14178, 17/7/2019, § 56).

 

49. Somut olayda tanıklar A.G. ve M.E. beyanlarında; başvurucunun o tarihlerde cemaat olarak bilinen yapının evlerine ders çalışmak için geldiğinde ilgilendikleri öğrencilerden olduğunu, sonrasında onunla irtibatlarını kestiklerini ve başvurucunun Deniz Harp Okuluna girdiğini ifade etmişlerdir. Ayrıca tanık A.G. başvurucunun askerî okulu kazanmasında yapının bir etkisinin olup olmadığını ve sınavı kazandığı tarihlerde yapı içinde bulunup bulunmadığını da bilmediğini belirtmiştir. Bu kapsamda 1996 doğumlu olan başvurucunun savunmasında ve tanık beyanlarında da anlatıldığı şekilde 2008-2010 yıllarında örgütle bağlantılı evlere gitmesi tek başına örgütsel bir faaliyet olarak değerlendirilemeyecektir. Öte yandan kovuşturma evresinde dinlenen tanık R.O.G.nin başvurucunun örgütle ilişkisini devam ettirdiğine dair beyanı ise kendisinin de belirttiği üzere bilgi veya görgüye değil duyuma dayanmaktadır. Dolayısıyla söz konusu tanık beyanlarının örgütsel bir faaliyet bakımından kuvvetli suç belirtisi olarak kabulü mümkün değildir.

 

50. Kovuşturma mercileri ayrıca başvurucunun ByLock haberleşme programını kullanan ve FETÖ/PDY’ye üye olma suçu kapsamında hakkında işlem yapılan kişilerle telefon görüşmelerinin olduğunu, bunun dışında telefonunun WhatsApp haberleşme programına ilişkin dokümanlar bölümünde başvurucu ile aynı WhatsApp grubunda bulunan bir kişi tarafından gönderilen "Gerçeğin peşinde 15 temmuz 2016" başlıklı pdf formatında bir makale bulunduğunu belirtmiştir.

 

51. Beraat kararında da yer verildiği üzere soruşturma makamlarınca söz konusu telefon görüşmelerinin örgütsel bir ilişki çerçevesinde yapıldığı yönünde bir tespit ya da iddiada bulunulmadığı görülmektedir. Görüşmelerin içeriğine ilişkin herhangi veri de mevcut değildir. Bu durumda somut olayın koşulları itibarıyla -içeriği belli olmayan- bu telefon görüşme kayıtlarının örgütsel bir ilişki bakımından kuvvetli suç belirtisi olarak kabulü mümkün görünmemiştir (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Mustafa Açay, B. No: 2016/66638, 3/7/2019, § 61; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, § 106; Zafer Özer, § 62).

 

52. Başvurucunun telefonunun WhatsApp haberleşme programına ilişkin dokümanlar bölümünde bulunan ve FETÖ/PDY ile ilgili olduğu değerlendirilmekle birlikte içeriği açıkça belirtilmeyen "Gerçeğin peşinde 15 temmuz 2016" adlı pdf formatındaki makalenin başvurucu ile aynı WhatsApp grubundaki üçüncü bir kişi tarafından gönderildiğinin anlaşılması ve başvurucunun bu makaleyi örgütsel bir ilişki içinde telefonunda bulundurduğuna dair soruşturma makamlarınca ileri sürülen bir iddia ve delil olmaması dikkate alındığında başvurucunun söz konusu makaleyi sadece telefonunda bulundurması da örgütsel bir ilişki bakımından kuvvetli suç belirtisi olarak kabul edilemeyecektir.

 

53. Bu itibarla başvurucunun savunması ve dosya kapsamına göre somut olayda tutuklama için gerekli olan suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin yeterince ortaya konulamadığı kanaatine ulaşılmıştır.

 

54. Varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığına ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığına ilişkin ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

 

55. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ortaya konulmadan başvurucu hakkında tutuklama tedbirinin uygulanmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin olarak olağan dönemde Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.

 

56. Bununla birlikte anılan tedbirin olağanüstü dönemlerde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru olup olmadığının incelenmesi gerekir.

 

4. Anayasa'nın 15. Maddesi Yönünden

 

57. Anayasa Mahkemesi daha önceki pek çok kararında olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa'nın 15. maddesinin suç işlendiğine dair belirtilerin varlığı ortaya konulmadan gerçekleştirilen tutuklamaları meşru kılmadığına, suç işlendiğine dair belirti olduğu ortaya konulmadan tutuklama tedbirinin uygulanmasının durumun gerektirdiği ölçüde bir müdahale olmadığına karar vermiştir (Mehmet Hasan Altan (2), §§ 152-157; Turhan Günay [GK], B. No: 2016/50972, 11/1/2018, §§ 83-89; Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018, §§ 83-88). Somut olayda bu kararlardan ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmamaktadır.

 

58. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa'nın 15. Maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde de- başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

 

Selahaddin MENTEŞ ve İrfan FİDAN bu görüşe katılmamışlardır.

 

5. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

 

59. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

 

60. Başvurucu 500.000 TL maddi, 500.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

 

61. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

 

62. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

 

63. Başvuruda, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki davada 12/2/2019 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiş ve başvurucunun tutukluluk hâli sona ermiştir.

 

64. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 40.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

 

65. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

 

VI. HÜKÜM

 

Açıklanan gerekçelerle;

 

A. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Selahaddin MENTEŞ ve İrfan FİDAN'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

 

B. Tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Selahaddin MENTEŞ ve İrfan FİDAN'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

 

C. Başvurucuya net 40.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

 

D. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

 

E. Kararın bir örneğinin bilgi için Konya 9. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2018/412) GÖNDERİLMESİNE,

 

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/5/2021 tarihinde karar verildi.

 

KARŞI OY

 

Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

 

Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması yanında telafi kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul başarı şansı tanıması gerekir. Bir başka söyleyişle, etkili olduğu kabul edilecek olan başvuru yolunun, Anayasa’da öngörülmüş güvencelere aykırılık nedeniyle hakkın ihlal edildiğini özü itibarıyla tespit etme ve yeterli giderim sağlama imkânı sunan bir yol olması gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından etkili olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 29). Bununla birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma kapasitesi bulunan bir başvuru yolunun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz. Özellikle sonradan oluşturulan ve henüz uygulaması olmayan başvuru yollarının bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550, 19/7/2017, §33).

 

Öte yandan, başvurucuların belirli bir hukuk yolunun etkililiği konusunda sadece bir kuşku duyması, kendilerini söz konusu hukuk yolunu tüketme girişiminde bulunma yükümlülüğünden kurtarmaz. Başvuruculardan, yorum yetkilerini kullanarak mevcut hakları geliştirme fırsatı vermek için yargı organlarına başvurmaları beklenebilir. Ancak yerleşik mahkeme içtihatları ışığında, belirtilen hukuk yolunun gerçekte olumlu sonuçlanması konusunda makul bir ihtimalin bulunmadığı durumlarda ise başvurucunun söz konusu hukuk yolunu kullanmamış olması başvuru yollarının tüketilmediği sonucunu doğurmaz. Bununla birlikte bir hukuk yolunun başarısız olduğunu ortaya koyacak bir durum söz konusu değilse o hukuk yolunun etkili bir şekilde işlediğine ilişkin emsal davaların bulunmaması tek başına başvurucuyu bu hukuk yolunu tüketme yükümlülüğünden kurtarmaz. Zira başvurucunun bu hukuk yoluna başvurması halinde mahkemelerin içtihatlarını başvurucunun lehine olacak şekilde geliştirmeleri ihtimali her zaman vardır.

 

Somut olayda 26.04.2018tarihinde tutuklanan ve 18.02.2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunan başvurucunun suç isnadına bağlı tutulma durumu, 12.02.2019 tarihinde serbest bırakılmasıyla (tahliye edilmesiyle) birlikte bu tarihten itibaren sona ermiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesince başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak hürriyetinden yoksun bırakılması hali sona ermiş bulunduğundan, bireysel başvuru kapsamında tutukluluğun hukuki olmadığı yönünden yapılabilecek olan olası bir ihlal tespiti, başvurucu açısından ancak lehine bir miktar tazminata hükmedilmesi sonucunu doğurabilecektir. Bunun dışında muhtemel bir ihlal kararına bağlı olarak başvurucu açısından (örneğin tahliye edilmek gibi) bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.

 

Hal böyle olunca, belirtilen duruma bağlı olarak, bireysel başvurunun ikincillik niteliği gereğince, olayda, aşama itibarıyla bireysel başvuru yolu dışında başvurucuya, tutmanın hukuki olmadığını tespit edecek ve giderim olarak da tazminat ödenmesini sağlayabilecek başka bir hak arama yolunun mevcut olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.

 

Anayasa Mahkemesi'nce, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı olarak yapılan tüm başvurularda, tutuklama kararının hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddia incelenirken ilk olarak şikâyet konusu tutuklamanın kanuni dayanağının bulunup bulunmadığı, ikinci olarak kuvvetli suç şüphesinin mevcut olup olmadığı, üçüncü olarak tutuklamanın meşru bir amacının bulunup bulunmadığı (tutuklama nedenlerinin var olup olmadığı), son olarak da tutuklama tedbirinin ölçülü olup olmadığı incelenmektedir.[1]

 

Anayasa Mahkemesince yapılan bu inceleme, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 100 ve 101. maddelerde yer alan hükümlerle de uyumlu bir incelemedir. Zira 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin(1) numaralı fıkrasına göre “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Yine aynı Kanunun 101. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.”

 

Öte yandan, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına (fıkranın a bendine) göre "Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ... kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."

 

Görüldüğü üzere 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde de “tutuklama için kanunda belirtilen koşullara" atıf yapılmaktadır. Dolayısıyla Kanunda (kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeni, ölçülülük gibi) öngörülen koşullara aykırı olarak tutuklandığını düşünen bir kişi için Kanun tazminat isteme ve alma imkânı öngörmektedir.

 

Anayasa Mahkemesi konuya ilişkin önceki kararlarında; bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla başvurucunun tutukluluk halinin sona ermiş olması ve tutuklama tedbirinin ilişkili olduğu kamu davasında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması şartlarının bir arada gerçekleşmiş olması hallerinde, başvurucunun tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasına yönelik olarak CMK 141/1-a hükmü kapsamında tazminat davası açabileceğini belirtmiş ve mezkûr iddiayı başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.[2] Bununla birlikte, başvurucu tahliye edilmiş olsa dahi hakkında açılan kamu davasının devam ediyor olması veya hakkında verilen beraat veya mahkûmiyet hükmünün kesinleşmemiş olması hallerinde ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvuruları CMK 141/1-a hükmü kapsamı dışında tutmuş ve işin esasını incelemiştir.

 

Anayasa Mahkemesi, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin başvurularda yukarıda belirtildiği şekilde ortaya koyduğu yaklaşımını sonradan kısmen değiştirmiş bulunmaktadır. Mahkemenin güncel yaklaşımında, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasının CMK 141. madde kapsamında tazminata konu edilebileceğinin kabul edildiği tek durum, CMK 141/1-e hükmünde düzenlenen tazminat nedenine ilişkin durumdur.

 

Anayasa Mahkemesinin son dönemdeki bir çok kararına göre; başvuruya konu edilen tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada başvurucu hakkında beraat kararı verilmiş veya başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ve bu kararlar bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla kesinleşmiş ise tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası, CMK 141/1 a ve e hükmünde düzenlenen tazminat yolunun tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmaktadır.[3] Mahkeme, bu içtihadında CMK 141/1-e hükmünün yanı sıra CMK 141/1-a hükmünü de dikkate almakta ve söz konusu hükümlerde öngörülen tazminat yolunu tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası yönünden etkili bir kanun yolu olarak nitelendirmektedir.[4] Tutukluluğun hukuki olmadığı iddiasına dayalı tüm başvurularda, belirtilen durum dışındaki tüm hallerde ise işin esası incelenmektedir.

Öte yandan Anayasa Mahkemesi, CMK 141/1-a hükmünde düzenlenmiş olan, kanunlarda belirtilen koşullar dışında tutukluluğun devamına karar verilmesi halini de kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin tazminat alabileceğini öngören CMK 141/1-d'de düzenlenen tazminat yoluyla beraber değerlendirmektedir. Bir başka söyleyişle Mahkeme, tutukluluğun kanuna aykırı bir şekilde gerekçesiz kararlarla uzatılarak makul sürenin veya kanuni sürenin aşıldığına ilişkin iddiaları, başvuru yollarının tüketilmemesi gerekçesine dayanarak reddetmekte ve CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine birlikte dayanmaktadır.[5]

Belirtilen durumla birlikte, Mahkemece, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlere dayalı başvurularda da CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yoluna başvurulması gerektiği söylenmektedir. Bir başka söyleyişle, gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde de davanın mahkûmiyetle sonuçlanıp sonuçlanmadığına, davanın devam ediyor olup olmadığına bakılmaksızın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmektedir.[6]

Anılan kararlarda bu kapsamdaki taleplerle ilgili olarak davanın esasının sonuçlanmasına gerek olmadığı yönündeki Yargıtay kararlarına atıf yapıldığı için gözaltının hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK’nın 141. maddesindeki yolun tartışmasız bir biçimde etkili bir hukuk yolu olduğu iddia edilebilir ise de; Yargıtay tarafından istikrarlı bir biçimde tersine oluşturulmuş bir uygulama tespit edilmediği sürece, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına dayalı başvurularda başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilirken, bu konuda Yargıtay uygulamasının var olup olmadığına bakılmasına gerek olmadığından ve biraz önce değinilen kararlarda atıf yapılan Yargıtay kararları[7] somut delil olmadan gerçekleştiği iddia edilen bir gözaltına alınmayla ilgili olmadığından anılan iddiaya itibar edilmesi mümkün değildir.[8]

Hal böyle olunca, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırı olduğu iddialarının her ikisini de içeren başvurularda, Anayasa Mahkemesince, gözaltı tedbirine dair iddia yönünden tazminat yoluna başvurulması gerektiğine karar verilirken, tahliye edilmiş bir başvurucunun tutuklama tedbirine ilişkin iddiasında tazminat yolunun gösterilmemesi çelişkili bir durum oluşturmaktadır.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nce, etkili bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığının belirlenmesinde başvurulan uygulamaya atıf yapma yaklaşımından B.T. kararıyla vazgeçilmiştir. B.T. kararında, geri gönderme merkezlerindeki tutma koşullarının kötü muamele oluşturduğu iddiasına dayalı başvuru, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, geri gönderme merkezlerindeki koşulların kötü muamele oluşturduğu iddiasını, uygulamada başarıyla sonuçlandığını gösteren herhangi bir örneğini tespit etmemiş olmasına rağmen, tam yargı davasına konu edilebileceğini belirterek incelememiştir.

İdari gözetim altında tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru yolunun bulunmadığı iddiasına dayalı başvuruda Mahkeme; AİHM'nin Türk hukukunda tutulma koşullarına karşı etkili bir başvuru olmadığına dair kararları bulunduğunu belirttikten sonra, yasal düzenlemeyle oluşturulan ve kanunun objektif anlamına bakıldığında var olduğu hususunda bir tereddüt uyandırmayan bir hukuksal yolun fiilen denenmemiş veya kullanılmamış olmasının söz konusu yolun etkili olmadığı veya bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi bakımından yeterli olmayacağı tespitinde bulunmuş, bu tespit kapsamında da bu güne kadar böyle bir davanın açıldığını ve tazminata hükmedildiğini gösteren herhangi bir mahkeme kararının mevcut olmamasına dayanılarak tazminata ilişkin etkili bir başvuru yolunun bulunmadığının söylenmesinin hatalı olacağını ifade etmiştir.[9]

Cafer Yıldız kararında da benzer bir değerlendirmeyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Cafer Yıldız kararında, tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi ya da tutukluluğa yapılan itirazın karara bağlanmaması nedeniyle tutuklama işlemine karşı başvuru imkanlarından yararlandırılmamaya ilişkin iddiaların CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi kapsamında açılacak davada incelenebileceği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir. Mahkeme, buradaki tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal davalar bulunmamasına rağmen böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu olmadığı için bu türden şikâyetlere çözüm getirmeye elverişli nitelik taşıyan bu yola işlerlik kazandırmak ve yasal düzenlemenin kapsamını belirlemek amacıyla derece mahkemelerine başvurulmasında yarar bulunduğunu belirtmiştir.[10]

Tahliye edilen ve hakkında açılan kamu davası devam eden kişinin CMK 141/1-a kapsamında açacağı tazminat davasında kuvvetli suç şüphesinin ve tutukluluğun diğer kanuni şartlarının bulunmadığına ilişkin yapılacak tespitin devam eden kamu davasını etkileyebilecek olması ve tazminat davasını yürüten mahkemenin bu tür değerlendirmelerden kaçınabileceği ihtimali yahut hakkında mahkûmiyet hükmü verilen ve bu hüküm kanun yolu incelemesi aşamasında olan veya kesinleşen kişilerin açacakları tazminat davasında mahkemenin, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığı tespitini kanun yolu merciinin verdiği veya vereceği karara rağmen yapıp yapamayacağı hususları da kanun yolunun etkililiği açısından elbette ki büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, bu bağlamda, kişinin tutuklanması ve tahliye edilmesi ile hakkında beraat veya mahkûmiyet hükmü verilmesi arasında belirleyici ölçüde bir bağlantı olmadığını söylemek yerinde olacaktır.

Belirtilen duruma göre, bir kişinin tutuklanması hukuka uygun olmakla birlikte bu kişi kamu davasından beraat edebilir ya da tutuklanması hukuka aykırılık arz ederken hakkında açılan davada mahkûmiyet sonucuna varılabilir. Bu nedenle CMK 141/1-a kapsamında açılacak bir davada tutukluluğun hukukiliğine ilişkin olarak kişi hakkındaki ceza davasından bağımsız bir inceleme yapılmasının mümkün olduğu sonucuna varılmalıdır. (Muzaffer Korkmaz, Koruma Tedbiri Nedeniyle Tazminat Davaları ve Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2019, s. 93). Tutukluluğun hukukiliğinin incelenmesinde, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu davada mahkûmiyet veya beraat kararı verilmiş olmasının ya da davanın devam ediyor olmasının bir önemi olmamalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesince de, mahkûmiyet kararı verilmesi veya davanın devam ediyor olması durumunda da tutuklamanın hukukiliği incelenmektedir.[11] Eğer bir davanın devam ediyor olması veya davada mahkûmiyet kararı verilmesi tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesine engel teşkil ediyor olsaydı, Anayasa Mahkemesinin de böyle bir inceleme yapamaması gerekirdi. Dolayısıyla bir davada beraat veya takipsizlik kararı verilmesi tutuklamayı kendiliğinden hukuka aykırı hale getirmeyeceği gibi mahkûmiyet kararı verilmesi de kendiliğinden tutuklamanın hukuka uygun olduğunu göstermez. Nitekim Anayasa Mahkemesi Mehmet Özdemir[12] başvurusunda beraat kararı verilmiş olan başvurucunun tutuklanmasının hukuka uygun olduğuna karar vermiş iken, Ali Bulaç[13] başvurusunda hakkında mahkûmiyet kararı verilen başvurucunun tutuklanmasının hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.

Esasen CMK 141/1-a hükmünün de, tutuklamanın hukukiliği bağlamında bu hükme dayalı olarak dava açılmasını kişi hakkındaki yargısal sürecin bitmesine ve kesinleşmiş bir kararın varlığına bağlı tutmadığı anlaşılmaktadır.

Konuya ilişkin Yargıtay kararlarında da[14] anılan hükümde düzenlenen tazminat nedeninin, yargısal sürecin kesinleşmesine bağlı olarak tazminata konu edilebilecek tazminat nedenleri arasında sayılmadığı görülmektedir. Söz konusu kararlara göre, kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, yine mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdikleri süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar hakkında, mutlaka davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu bulunmaktadır.

Hal böyle olunca uygulamada, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olduğu iddiasına yönelik CMK 141/1-a hükmüne dayalı tazminat davasının, tutuklamanın ilişkili/ilgili olduğu ceza davası derdestken açılamayacağına ilişkin kesin bir kabulün bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Bu bağlamda, yukarıda da belirtildiği üzere tazminat davasını inceleyecek olan derece mahkemesinin tutuklama şartlarını incelemekten imtina edebileceği şeklindeki bir görüşün kabulünün de mümkün olmadığını belirtmek gerekmektedir. Zira CMK 141/1-a hükmü karşısında tazminat mahkemesinin de (ağır ceza mahkemesinin de) tutuklama koşullarının var olup olmadığını inceleyebilmesi gerekmektedir. Anılan hükme göre tutuklamanın kanunda öngörülen şartlara uygun olup olmadığını tespit etmek tazminat mahkemesinin kanundan kaynaklanan görevi durumundadır. Nitekim kovuşturma aşamasında yargılamayı yürüten herhangi bir ağır ceza mahkemesinin verdiği tutuklama veya tahliye kararı, yapılan itiraz üzerine bir başka ağır ceza mahkemesi tarafından, tutuklama şartlarının var olup olmadığı incelenerek kaldırılabilmektedir. Bu konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Böyle olunca da bir ağır ceza mahkemesinin veya sulh ceza hâkimliğinin verdiği tutuklama kararının hukuka aykırı olup olmadığının tazminat mahkemesince tespit edilmesinin önünde de herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.

Suç isnadına bağlı olarak tutukluluk halini içerenler dışındaki tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin şikâyetlerde CMK 141/1-a’daki tazminat yolunun tüketilmesinin aranması, Anayasa Mahkemesinin tutukluluk statüsünün sona ermiş olması kaydıyla tutukluluğun makul süreyi aştığına yönelik iddiaların, CMK’nin 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ile (d) bentlerinde düzenlenen tazminat yoluna konu edilmesi gerektiğine ilişkin yaklaşımıyla da uyumluluk gösterir.[15] Zira tahliye edilen ve hakkındaki kamu davası devam eden veya aleyhine verilen mahkumiyet hükmü kanun yolu aşamasında olan veya kesinleşen kişinin Anayasa Mahkemesi içtihadı doğrultusunda bireysel başvuru öncesi uzun tutukluluk iddiasına ilişkin açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesi, tutukluluğun devamına ilişkin kararların hukuka uygunluğunu inceleyecek, bu incelemeyi yaparken de kuvvetli suç şüphesinin var olup olmadığını ve diğer tutuklama nedenleriyle birlikte devam edip etmediğini gözetecektir (Muzaffer Korkmaz, a.g.e., s.94) Nitekim Anayasa Mahkemesi’nce de tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin olup esastan incelenen başvurularda kuvvetli şüphenin var olup olmadığı, tutuklama nedenlerinin devam edip etmediği de incelenmektedir.[16] Ayrıca, bu konuya ilişkin olup başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilen başvurularda da, tazminat davasına bakacak olan mahkemenin de kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını değerlendireceği varsayılmaktadır. Aksinin kabulü halinde bu tür başvurularda kişilerin tazminat davası yoluna yönlendirilmemesi gerekirdi. Sonuç olarak, eğer tazminat davasına bakacak mahkeme, uzun tutukluluk şikâyetlerinde kuvvetli şüphenin, tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını inceleyebiliyorsa, tutuklamanın hukukiliği şikâyetlerinden kaynaklanan davalarda da tutuklamanın hukukiliğini inceleyebilmelidir.

Bu noktada Mustafa Avcı kararına[17] da değinmek gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, bu başvuruda başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetini, inceleme tarihi itibarıyla tahliye edilmiş olması nedeniyle CMK 141’de düzenlenen tazminat yolunun tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.[18] Başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak ise Anayasa Mahkemesi; başvurucunun uzun tutukluluk şikâyetiyle ilgili açacağı tazminat davasında ilk derece mahkemesinin hukuka aykırılığı tespit ve yeterli giderim sağlama hususlarında karar verirken tedbirin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı dışında siyasi faaliyette bulunma hakkına müdahale teşkil edip etmediği de dâhil olmak üzere somut olayın tüm koşullarını dikkate almak durumunda olacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, CMK’nin 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun; gözaltı, yakalama, tutuklama gibi tedbirlerinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra diğer temel haklara müdahale sonucunu doğurması hallerinde de etkili bir kanun yolu niteliğini haiz olduğunu ifade etmiş ve bu kabulü doğrultusunda siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden de başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir.[19] Bu olayda başvurucunun, tutuklanmasına neden olan fiillerin tamamının siyasi faaliyetleri ile ilgili olduğu ve bu sebeple siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği iddiası zımnen tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına benzemektedir. Bu kişinin CMK 141. maddedeki yola başvurması durumunda tazminat mahkemesi ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğini tespit edebiliyorsa, diğer bir deyişle başvurucunun tutuklanmasına konu eylemlerin siyasi faaliyetler kapsamında olup olmadığını tespit edebiliyorsa, tutuklamanın hukuki olup olmadığını da elbette ki tespit edebilir. Zira deliller değerlendirmeden tutuklamanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinin tespit edebilmesi mümkün değildir.

Yukarıda belirttiğimiz gibi Anayasa Mahkemesi beraat veya takipsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde kişilerin 141. maddenin (e) veya a) bendi uyarınca tazminat alabilmelerinin mümkün olduğunu belirterek başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermektedir (Fatma Maden (B. No: 2016/28719, 17/7/2018, Ertuğrul Raşit Benal, B. No:2016/25245, 17/7/2018). Anayasa Mahkemesi bu kararlarında CMK’nın 141/1-a bendine de atıf yapmaktadır. Ancak CMK’nın 141. maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine başvurulması için, CMK’da, tutuklamayla ilgili/ilişkili davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı aranmamaktadır. Tutuklamaya konu davanın beraatla veya takipsizlik kararıyla sonuçlanması şartı 141/1-e bendi için geçerlidir. Kanaatimizce beraat veya takipsizlik halinde CMK 141/1-e bendindeki hükmün tutuklamanın hukukiliği açısından birincil nitelikte etkili bir yol olmadığını belirtmek gerekir. 141/1-e bendi uyarınca tazminat istenebilmesi için tutuklamanın hukuki olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır. Kişi beraat edince bu bent kapsamında tutuklamanın hukuki olup olmadığına ilişkin bir tespit yapılmadan otomatik olarak tazminat ödenmektedir. Oysa bir yolun etkili kabul edilmesi için o yolun hakkın ihlal edildiğini tespit edebilmesi ve ihlali giderebilmesi gerekir.[20] AİHM de Mergen ve diğerleri kararında benzer gerekçelerle 141/1-e bendindeki yolun tüketilmesi gerektiği itirazını reddetmiştir. Dolayısıyla bu bağlamda 141/1- e bendinin değil, 141/1-a bendinin etkili bir yol olduğu söylenebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu durumu göz önüne alarak bu kararlarında 141/1-a bendine de atıf yapma gereği duymuştur. 141/1-a bendi beraat veya takipsizliğe bağlı olmadığı için tahliye durumunda da bu yolun etkisiz olduğunu söylemek mümkün değildir.

Yukarıda açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyetlerine dayalı başvurularda, tutuklamanın ilgili/ilişkili olduğu dava mahkûmiyetle sonuçlanmış olması veya kişinin tahliye edilmiş hallerinde de CMK’nın 141. maddesindeki tazminat yolunun tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.

Tutuklamanın hukukiliği değerlendirilirken, tutuklamanın uygulandığı tarihteki şartlara bakılmalıdır. Darbe teşebbüsü sırasında gerçekleşen vahim olayların toplumda oluşturduğu kaygı, teşebbüsün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY’nin örgütlenmesinin karmaşıklığı, Bu yapılanmanın yarattığı görünür açık tehlike, darbe teşebbüsüne ilişkin faaliyetler kapsamında ülke genelinde binlerce kişi tarafından icra edilen, suç oluşturabilecek nitelikteki on binlerce eylemin aynı anda işlenmesi, çoğunluğu kamu görevlisi olan çok sayıda kişi hakkında yürütülen soruşturmalar, olayların arz ettiği vahamet dikkate alındığında tutuklama tedbirinin temelsiz ve keyfi olduğu söylenemez.

Açıkladığım gerekçelerle başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği görüşüyle sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım.

Üye

Selahaddin MENTEŞ

Üye

İrfan FİDAN

      

 


[1]     Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16.2.2017.

[2]     Reşat Ertan, 2013/5700, 15/04/2015, § 26; Mehmet Emin Güneş, 2013/5707, 16/04/2015, § 29; Mecit Gümüş, 2013/9105, 25/6/2015, §32; Hüseyin Hançer, 2013/8319, 7/1/2016,§§ 39, 40; Ömer Köse, 2014/12036, 16/11/2016, § 34

[3]     Kamil Erdoğan, B. No: 2017/4023, 19/4/2018, §40; Bilal Canpolat, §§ 37-43; Fatma Maden, §49; Ertuğrul Raşit Benal, B. No: 2016/25245, 17/7/2018, §42

[4]     Fatma Maden, §47, Ertuğrul Raşit Benal, §40

[5]     Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §54; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016, §37

[6]     Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456, 26/12/2017, § 30- 38; Ahmet Ünal, B. No: 2016/17624, 9/5/2018, § 24-26.

[7]     Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararı

[8]     Benzer durumlar bakımından, Yargıtay uygulamasında tazminat yolunun başarıyla uyguladığını gösteren emsal kararlar bulunmamakla birlikte, böyle bir hukuk yolunun kesinlikle başarısız olacağını iddia edebilmeyi ortaya koyacak bir durum da söz konusu değildir.

[9]     B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 40-60.

[10]   Cafer Yıldız, B.No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar Saçlı, B. No: 2014/9311, 24/1/2018, §§ 37-40.

[11]   Bkz. Besime Konca, B. No: 2017/5867, 3/7/2018.

[12]   Mehmet Özdemir, B. No: 2017/37283, 29/11/2018

[13]   Ali Bulaç [GK], B. No: 2017/6592, 3/5/2019

[14]   bkz. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı, 1/10/2012 tarihli ve E.2012/21752, K.2012/20353 sayılı kararları.

[15]   İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016, § 19, 37

[16]   Bkz. Örneğin, Hüsnü Aşkan, B. No: 2015/4057, 31/10/2018, § 45, Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, § 87.

[17]   Mustafa Avci, B. No: 2014/1545, 22/3/2018

[18]   Mustafa Avci, §27

[19]   Mustafa Avci, §35-38

[20]   Mergen ve diğerleri/Türkiye kararı, §36


Bu sayfa 289 kez görüntülendi.
- Karara ilişkin daha detaylı bilgi almak için soru / cevap kısmından bize ulaşabilirsiniz -

Yargıtay Danıştay Sayıştay

BÖLGE ADLIYE MAHKEMESI

ANAYASA MAHKEMESI


Bu Sitede yeralan verilerin tamamı ihalekararisor.com' a ait olup. İzinsiz kopyalanması ve yayınlanması izni verilmemiştir.

Web Tasarım İntramor