20. Hemen belirtilmelidir ki, dava konusu temliklerin muris muvazaası ile illetli olup olmadığı, bir başka ifadeyle 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanmasının gerekip gerekmediği hususunun hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi gereken bir konu olduğu muhakkaktır. Ne var ki yukarıda yer verilen ara kararlar ile mahkeme, içerisinde hukukçu bilirkişinin de yer aldığı bilirkişi kurulundan çekişmeli temliklerin muris muvazaası nedeniyle geçersiz olup olmadığı noktasında rapor alma yoluna gitmiştir. Yukarıda değinildiği gibi bu husus hâkim tarafından çözümlenmesi gerektiğinden, bilirkişiye başvurulması doğru olmayıp, davacı tarafa bilirkişi ücretini yatırması için verilen süre ve buna bağlanan sonuç da usul hukukuna aykırıdır. Mahkemece işin esasının incelenmesi gerekirken usule aykırı verilen kesin süreye uyulmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas Numarası: 2019/1-9
Karar Numarası: 2022/889
Karar Tarihi: 14.06.2022
1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin 27.09.1982 tarihinde ölen A. oğlu H. B.’nın bir kısım mirasçıları olduğunu, murisin adına kayıtlı taşınmazların bir bölümünü 23.09.1982 tarihinde satış göstermek suretiyle davalıların murisi H. Ç.’ye temlik ettiğini, yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı, bedelsiz ve muvazaalı olduğunu, H. Ç.’nin ölümünden önce taşınmazların bir kısmını davalı Havva’ya, bir kısmını ise diğer davalı E.’ye devrettiğini, bu kapsamda devredilen dava konusu taşınmazların Konya ili K. ilçesi K. Mahallesindeki 5281 ada 32, 467 (yenileme ile 5663 ada 54), 21597 ada 3 ve 21598 ada 2 ile Konya ili M. ilçesi 21 mahallesindeki 16728 ada 34 (imar ile 16728 ada 40) sayılı parseller olduğunu, diğer mirasçılar tarafından aynı nedenle açılan davaların kabulle sonuçlanarak kesinleştiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazların davalılar H. ve E. adına olan tapu kayıtlarının iptali ile müvekkillerinin miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini talep etmiş, 09.07.2013 tarihli dilekçesiyle 21597 ada 3 ve 21598 ada 2 parsel sayılı taşınmazlarla ilgili bir taleplerinin bulunmadığını beyan etmiştir.
Davalılar Cevabı:
5. Davalı H. B. (İ. kızı) vekili cevap dilekçesinde; muris muvazaası nedeniyle müvekkili hakkında dava açılamayacağını, müvekkilinin dava konusu taşınmazları muristen devir almadığını ve H. Ç. mirasçısı olmadığını, müvekkilinin iyi niyetli üçüncü kişi konumunda bulunduğunu ve taşınmazları rayiç bedellerini ödeyerek iktisap ettiğini, yaptıkları araştırmaya göre murisin ikinci eşi S.’den mal kaçırmak amacıyla oğulları A. ve M.’e geçirmek üzere onların yakınları olan H. Ç. ve M. K.’a temlikler yaptığını, müvekkilinin bu işlemlerle bir ilgisinin bulunmadığını, ayrıca dava konusu 21597 ada 3 ve 21598 ada 2 sayılı parsellerin muristen geçmediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
6. Diğer davalılar; dava dilekçesinin usulüne uygun tebliğine rağmen cevap dilekçesi sunmamış, duruşmaları da takip etmemişlerdir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
7. Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.10.2014 tarihli ve 2007/249 E., 2014/645 K. sayılı kararı ile; 10.06.2014 tarihli celsede dava konusu taşınmazlar hakkında sağlıklı ve infazı kabil bir karar verebilmek için bilirkişi raporu alınmasına ve bu nedenle gider avansı yatırmak üzere davacı tarafa kesin süre verilmesine rağmen ara kararı gereğinin yerine getirilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
9. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 07.12.2017 tarihli ve 2015/4271 E., 2017/7204 K. sayılı kararı ile; "...Bilindiği üzere 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 226. maddesinin 1.fıkrası; “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.” şeklinde düzenleme yapmıştır.
Öte yandan; 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunun 3. maddesinin 2 ve 3. fıkrası; "Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz. Genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.'' şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Somut olayda, çekişmeli taşınmazların temlikinin muris muvazaası ile illetli olup olmadığı hususu hakim tarafından değerlendirilebilecek bir konu olup buna yönelik bilirkişiden rapor istenmesi ve davacılara da bilirkişi ücretini yatırmaları için kesin süre verilmesi usul hukukuna aykırıdır.
Hal böyle olunca, yukarıdaki açıklamalar dikkate alınarak işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken usule aykırı kesin süre verilerek ve kesin süreye uyulmadığı gerekçesi ile davanın reddedilmesi doğru değildir’’ gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
10. Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 03.05.2018 tarihli ve 2018/114 E., 2018/293 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe yanında, muris muvazaası nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemli davalarda doğru karar verilebilmesi için dava konusu taşınmazlar ile tüm tereke değerinin bilirkişi marifetiyle saptanması gerektiği, bunların yapılabilmesi içinde davacı tarafın keşif ve bilirkişi giderlerini verilen sürede yatırması gerektiği, sonuçları hatırlatılarak verilen kesin süreye rağmen davacı tarafın yargılama giderlerini yatırmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
11. Direnme kararı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
12. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu temliklerin muris muvazaası ile illetli olup olmadığı ve tüm tereke değerinin tespiti hususunda hukukçu bilirkişinin de aralarında bulunduğu bilirkişi kurulundan rapor alınmasının gerekip gerekmediği, bu kapsamda mahkemece 10.06.2014 tarihli oturumda davacı tarafa bilirkişi ücretini yatırması için verilen kesin süreye rağmen belirtilen giderin yatırılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller” başlıklı, 03.11.2016 tarihli 6754 sayılı Kanun ile değişik 266. maddesinde; “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez” düzenlemesine yer verilmiştir.
15. Eldeki davada ilk kararın verildiği tarihten sonra 24.11.2016 tarihli ve 29898 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu’nun 3. maddesinin iki ve üçüncü fıkralarında;
“(2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz.
(3) Genel bilgi ve tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz” hükümleri bulunmaktadır.
16. 03.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren Bilirkişilik Yönetmeliği’nin 5. maddesinin iki ve üçüncü fıkraları ise;
“(2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz.
(3) Genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz” şeklinde düzenleme içermektedir.
17. Hukuk Genel Kurulunun 26.03.2019 tarihli ve 2017/12-367 E., 2019/350 K. sayılı kararında da işaret edilen Anayasa Mahkemesinin 2015/10393 Esas sayılı başvuru üzerine verdiği 09.01.2019 tarihli kararında belirtildiği üzere; genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konular dışında özel veya teknik bilgiyi içeren uzmanlık gerektiren konularda bilirkişiye başvurulması adil yargılanma hakkının gereği olarak değerlendirilmelidir. Çünkü hâkim, bir delil değerlendirme vasıtası olan bilirkişi incelemesinden de yararlanarak önüne gelen sorunu çözerek adaletin gerçekleşmesini temin etmektedir. Bununla birlikte hukuk kurallarını re'sen araştırarak bulmak, yorumlamak ve olaya uygulamak zaten hâkimin işidir. Nitekim hukukî sorunları hâkimin mesleki bilgi ve deneyimleriyle çözmesi gerektiğinden bu sorunların en yetkin kişisi hâkim olup Anayasanın 138. maddesinde de hukuka uygun olarak hüküm verme yetkisi hâkime tanınmıştır. Bilirkişi görüşü, hâkimin uyuşmazlığı çözerken dikkate alacağı takdiri bir delilden ibarettir. Hâkimin hukukî bilgisiyle aydınlatılamayan bilimsel ve teknik meseleleri açıklığa kavuşturmak, bu tür meselelerde mahkemeyi bilgilendirmek amacıyla görüşüne başvurulan uzman kişi olan bilirkişi görüşünün mahkemeyi bağlamayacağı kuşkusuzdur. Hâkim; bilirkişi görüşünü içeren raporun yeterliliğini, raporda açıklanan görüşün itibar edilebilirliğini, dayandığı olguları göz önünde bulundurarak hükme esas alınıp alınmayacağını serbestçe değerlendirir ve taktir eder. Bu bağlamda hâkim, bilimsel ve teknik bakımdan yetersiz ve çelişkili bulduğu bilirkişi raporlarını hükme esas almak zorunda değildir. Bu durum, karar verme ve hüküm kurma yetkisinin hâkime ait olmasının doğal bir sonucudur. Aksi taktirde şekil olarak hükmü kuran hâkim olsa da gerçekte hüküm bilirkişi tarafından verilmiş olur ki bu durum yargı yetkisinin devri anlamına gelir.
18. Nitekim bilirkişi görüşüne başvurulması meselesi, kanun koyucunun da gündemine gelmiş; Bilirkişilik Kanunu ile konu hakkında bazı düzenlemeler yapılmıştır. Bu çerçevede 6754 sayılı Kanun’un 42. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 63/1. maddesine, hukuk öğrenimi görmüş kişilerin, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemeyeceği yönünde bir hüküm eklenmiştir. Ayrıca aynı düzenlemeyle “Ancak, genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz” hükmü de getirilmiştir. Bu bağlamda 6754 sayılı Kanun’un gerekçesinde düzenlemenin amacının hâkime verilen mutlak yargı yetkisinin bilirkişi vasıtasıyla dahi olsa bir başkasına devrini önlemek olduğu, hukuk kurallarını re'sen araştırmak, yorumlamak ve uygulamak hâkimin görevi kapsamında kaldığından uyuşmazlık hakkında bir de bilirkişi atanmasının gereksiz yere yargılama giderlerinin artmasına ve buna bağlı olarak yargılama sürelerinin uzamasına sebebiyet vereceği, salt hukukî konularda bilirkişiye ihtiyaç bulunmadığı belirtilmiştir.
19. Yukarıda yapılan açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olaya gelince; eldeki dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olup, çözümlenmesi gereken uyuşmazlık çekişmeli temlikler yönünden 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanma olanağının bulunup bulunmadığıdır. Mahkemece uyuşmazlığın çözümü için bir kısım deliller toplanmış, 09.05.2013 tarihinde fen, ziraat ve inşaat bilirkişileri ile birlikte dava konusu 5281 ada 32, 467 ve 16728 ada 34 parsel sayılı taşınmazlarda keşif yapılmış ve anılan taşınmazların temlik ve dava tarihlerindeki değerleri saptanmıştır. Yargılamanın devamı sırasında mahkemece 04.03.2014 tarihli oturumda; "1- Dava konusu taşınmazlar hakkında sağlıklı ve infazı kabil karar verebilmek için dosyanın bilirkişiler R. F. E. ve İ. Ç.'ya tevdii edilerek,
a) Dosyamız ekindeki Konya 4. ASHM'nin 2006/6-556 E.K. Sayılı kesinleşmiş ilamı ve dosya içeriği ile 2. ASHM'nin 2000/462 E. 2002/162 K. sayılı ilamı,
b) Dosyamızdaki tüm deliller incelenerek muris muvazaası olup olmadığı, varsa davacılar adına tapuya tescil edilen, edilecek payların infazı kabil bir şekilde hesaplanmasının istenmesine," şeklinde ara karar kurularak davacı tarafça gider avansının yatırılması istenmiş, takip eden 10.06.2014 tarihli oturumda bilirkişi ücretinin yatırılmadığı tespit edildikten sonra bir numaralı ara karar ile önceki bilirkişi heyetine bir hukukçu bilirkişi ilave edilerek tedavül eden temlikler çerçevesinde muris muvazaası olup olmadığı konusunda bilirkişi heyetinden rapor istenilmesine karar verilmiş ve toplam 1.300TL gider avansı yatırmak üzere davacı tarafa süre verilmiştir. 16.10.2014 tarihli celsede ise verilen süreye rağmen bilirkişi ücreti yatırılmadığından davanın reddine karar verilmiştir.
20. Hemen belirtilmelidir ki, dava konusu temliklerin muris muvazaası ile illetli olup olmadığı, bir başka ifadeyle 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanmasının gerekip gerekmediği hususunun hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi gereken bir konu olduğu muhakkaktır. Ne var ki yukarıda yer verilen ara kararlar ile mahkeme, içerisinde hukukçu bilirkişinin de yer aldığı bilirkişi kurulundan çekişmeli temliklerin muris muvazaası nedeniyle geçersiz olup olmadığı noktasında rapor alma yoluna gitmiştir. Yukarıda değinildiği gibi bu husus hâkim tarafından çözümlenmesi gerektiğinden, bilirkişiye başvurulması doğru olmayıp, davacı tarafa bilirkişi ücretini yatırması için verilen süre ve buna bağlanan sonuç da usul hukukuna aykırıdır. Mahkemece işin esasının incelenmesi gerekirken usule aykırı verilen kesin süreye uyulmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.
21. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
22. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14.06.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.